...Emr-i “kün feyekûn” [“Ol!” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82)]’e mâlik olduğundan; ve her baharda hadsiz mevcudat-ı bahariyenin madde-i unsuriyesinden başka hadsiz sıfât ve ahval ve eşkâllerini hiçten icad ettiğinden; ve ilminde her şeyin plânı, modeli, fihristesi ve programı taayyün ettiğinden; ve bütün zerrat Onun ilim ve kudreti dairesinde hareket ettiklerinden, kibrit çakar gibi her şeyi nihayet kolaylıkla icad eder. Ve hiçbir şey, zerre miktar hareketini şaşırmaz. Seyyarat mutî bir ordusu olduğu gibi, zerrat dahi muntazam bir ordusu hükmüne geçer. Madem o kudret-i ezeliyeye istinaden hareket ediyorlar ve o ilm-i ezelînin düsturuyla çalışıyorlar; işte o eserler, o kudrete göre vücuda gelir. Yoksa o küçük, ehemmiyetsiz şahsiyetlerine bakmakla o eserler küçülmez. O kudrete intisab kuvvetiyle bir sinek, bir Nemrut’u gebertir. Karınca, Firavun’un sarayını harap eder. Zerre gibi küçük çam tohumu, dağ gibi koca bir çam ağacının yükünü omzunda taşıyor. Bu hakikati çok risalelerde ispat ettiğimiz gibi, nasıl ki bir nefer, askerlik vesikasıyla padişaha intisab noktasında, yüz bin defa kendi kuvvetinden fazla, bir şahı esir etmek gibi eserlere mazhar olur. Öyle de, her şey, o kudret-i ezeliyeye intisabıyla, yüz bin defa esbab-ı tabiiyenin fevkinde mu’cizat-ı sanata mazhar olabilir.
Elhâsıl, her şeyin nihayet derecede hem sanatlı, hem sühuletli vücudu gösteriyor ki, muhit bir ilim sahibi olan bir Kadîr-i Ezelî’nin eseridir. Yoksa yüz bin muhal içinde, değil vücuda gelmek, belki imkân dairesinden çıkıp imtina dairesine girecek ve mümkün suretinden çıkıp mümteni mahiyetine girecek ve hiçbir şey vücuda gelmeyecek, belki de vücuda gelmesi muhal olacaktır.
İşte bu gayet ince ve gayet kuvvetli ve gayet derin ve gayet zâhir bir bürhanla, şeytanın muvakkat bir şakirdi ve ehl-i dalâletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sustu. Ve lillâhilhamd, tam imana geldi. Ve dedi ki:
Evet, bana öyle bir Hâlık ve Rab lâzım ki, en küçük hatırat-ı kalbimi ve en hafî niyazımı bilecek; ve en gizli ihtiyac-ı ruhumu yerine getirdiği gibi, bana saadet-i ebediyeyi vermek için koca dünyayı ahirete tebdil edecek ve bu dünyayı kaldırıp ahireti yerine kuracak; hem sineği halk ettiği gibi, semâvâtı da icad edecek; hem güneşi semanın yüzüne bir göz olarak çaktığı gibi, bir zerreyi de göz bebeğimde yerleştirecek bir kudrete mâlik olsun.
Lem’alar, 26. Lem’a, s. 370
LUGATÇE:
bürhan: delil.
esbab-ı tabiiye: tabiî sebepler.
fevkinde: üzerinde.
hafî: gizli.
Hâlık: her şeyi yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
halk etmek: yaratmak.
hatırat-ı kalp: kalbe doğandüşünceler, duygular.
imtina: imkânsızlık, gerçekleşmesi mümkün olmama.
intisab: bağlanma.
Kadîr-i Ezelî: her şeye gücü yeten, varlığının evveli olmayan, Allah.
mu’cizat-ı sanat: sanat mu’cizeleri.
muhal: imkânsız.
muhit: her şeyi kuşatan.
mutî: itaat eden, boyun eğen.
muvakkat: geçici.
mümteni: mümkün olmayan, imkânsız.
seyyarat: gezegenler.
sühuletli: kolaylık.