İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Yıldızlar, şemsler arasında mümaselet olduğu gibi, filcümle müsavat da vardır. Binaenaleyh, onlardan biri ötekilere Rab olamaz. Ve onlardan birine Rab olan, hepsine de Rab olur; ve keza, her şeye de Rab olur.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefîn bulunur. Evet, her bir uzuv, bir şey için yaratılmıştır; o uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir. Meselâ, her bir hasse için bir ibadet vardır; onun hilâfında kullanılması dalâlettir. Meselâ, baş ile yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalâlettir. Kezalik, şuâranın hayalen yaptıkları hayret ve muhabbet secdeleri dalâlettir. Hayal, onunla fâsık olur.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
İnsanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri, ülfeti ilim telâkki etmeleridir. Yani, me’lûfları olan şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hatta ülfet dolayısıyla âdiyâta teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer harika ve birer mu’cize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyaleye im’an-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli, deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garip hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husûle gelen dalgalara ve şemsin şuâatından peyda olan pırıltısına dikkat etmekle, mâlikü’l-bihar olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnidir. Ülfet ise cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa, zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur’ân, âyetleriyle insanların nazarını me’lûfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi, ülfet perdesini deler atar, insanın kulağından tutar, başını eğdirir, o ülfetin altındaki havârıku’l-âdât mu’cizeleri o âdiyât içerisinde gösterir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 215
LÛGATÇE:
âdiyât: Her zaman olagelen, alışılmış, sıradan şeyler.
cehl-i mürekkeb: Bilmemekle beraber bilmediğini de bilmemek, kendini bilir zannetmek; katmerli cahillik.
cemaat-i mükellefîn: Mükellef, yani dinen sorumlu olanlar topluluğu, cemaati.
filcümle: Hepsi, bütünü.
havârıku’l-âdât: Olağanüstü şeyler.
i’lem eyyühe’l-aziz: Ey aziz kardeşim, bil ki!
im’an-ı nazar: Bir işi dikkatli düşünme, inceden inceye tetkik etme.
mâlikü’l-bihar: Denizlerin sahibi.
me’lûf: Alışılmış, ülfet edilmiş şey.
me’lûfat: Alışılmış, ülfet edilmiş şeyler.
mümaselet: Benzeme, benzeyiş.
müsavat: Müsavilik, eşitlik.
müsellemat-ı bedihiyat: Apaçık oluşları sebebiyle itirazsız ve zorlanmadan kabul edilen şeyler.
necim: Yıldız.
şems: Güneş.
şuâat: Şuâlar, ışınlar, parıltılar.
şuâra: Şairler.
tecelliyat-ı seyyale: Akıp giden görüntüler; gelip geçen tecelliler.
teemmül: İnceden inceye, etraflıca düşünme.
ülfet: Alışkanlık, alışılmışlık.