Mehmet Said Bey: “Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir? Geçmişte de Risale-i Nur tarzında eserler yazılmış mıdır?”
Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir
İman bağlarının sarsıldığı, Kur’ân etrafındaki surların yıkıldığı, Kur’ân’ın kendi kendisini savunmaya bırakıldığı, rivayetlere, nakillere ve hattâ sahih senetlere dahi “îtimatsızlığın” had safhaya ulaştığı, insafsız bir inkâr fırtınasının bütün taklidî imanları sarstığı asrımızda, Kur’ân’ın içinden öyle bir tefsir çıkmalıydı ki, hem bütün davasını akla ve mantığa tespit ettirerek Kur’ân’ın çelik bir zırhı olsun.
Hem Kur’ân’ın en sağlam temeli olan “iman-ı bi’lgayb”, yani “gayba iman hakikatini” konu alan ayetleri “tahkikî olarak” tefsir etsin.
Hem insafsız inkâr fırtınasının karşısında sarsıntı geçiren taklidî imanları “tahkikî iman” mertebesine çıkarsın.
Hem de nakillere güvenin sarsıldığı bir zamanda rivayetlerle ve nakillerle meşgul olmasın, fakat her sözü ve her cümlesi sahih rivayetlerle doğrulansın.
İşte Risâle-i Nûr, bu vasıfları kendisinde toplayan bir Kur’ân tefsiridir.
Akıl ve kalp beraberliği sağlandı
Risale-i Nur, nakillerle pek fazla meşgul olmayan, aklı da tek başına hâkim kılmayan, ama her sözünü hem sahih hadislere dayandıran, hem de sâlim akla, sağ duyulara ve kalbe tasdik ettiren, yani aslında ne nakli, ne de aklı ihmal etmeyen, ehl-i sünnet çizgisinde ikisini de barıştıran, yani sahih naklin salim akıl ile çelişmediğini, salim aklın da sahih nakli doğruladığını ispat eden, ve Kur’ân’ın “iman” ayetlerini en temel çözümlerle ve en sarsılmaz burhanlarla “akla ve kalbe” tasdik ettiren, sahasında ilk, orijinal, makbul ve mûteber bir “Kur’ân tefsiridir.”
Bu Kur’ân tefsiri, önceki tefsirlerde olduğu gibi, Kur’ân’ın baştan sona bütün ayetlerini tefsir etmez. Çünkü buna ne zamanı vardır, ne de şimdilik ihtiyaç söz konusudur!
Çünkü, esasen üç yüz elli bin tefsir bütün doğrularıyla orta yerde durmaktadır. Bütün mesele bu tefsirlerden yüz çevirmemektir.
Allah’ı ve peygamberi bilmeyen bir asırda bütün yoğunluk, imana verilmelidir. Sair ayetlerin tefsirini ise ehil bir heyete bırkamalıdır.
İman ayetleri tefsir edildi
Çünkü, öyle bir dehşetli asırdan geçmekteyiz ki, asrımızda, Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğuna iman sarsılmıştır! Hattâ Allah’ın varlığına iman zaafiyete uğramıştır!
Hazret-i Muhammed’in (asm) Allah elçisi olduğu ve Allah’tan vahiy aldığı hususunda şüpheler ve hattâ inkârlar ayyûka çıkmıştır!
Böyle dehşetli bir zamanda Kur’ân’ın tümünü yeniden tefsir etmek yerine; sarsıntı geçiren, zaafiyet konusu olan ve şüpheler yaşanan konuları kapsayan ayetleri “tahkikî” biçimde tefsir etmek; imanı tahkikî olarak yeniden yapılandırmak, teslîmiyeti akıl ölçüsünde yeniden tesis etmek, duyguları mantık süzgecinde imanla ihyâ etmek ve dini yeni bir aksiyonla tecdit etmek gerekiyordu.
Buna ihtiyaç şiddetli idi.
Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri Kur’ân’ın “iman” ayetlerini tefsir ederek bu şiddetli ihtiyacı telâfi ederken; Kur’ân’ın geri kalan ayetlerinin tefsiri hususunda daha önce ümmetçe yapılmış üç yüz elli bin tefsiri “doğru ve istikâmetli adres” olarak gösteriyordu.1 Diğer yandan ise ilmin, irfânın, hikmetin, mârifetin ve gerekli bütün bilimlerin her dalında ve her branşında ehil ve müstakim bir heyetin meydana getireceği “şahs-ı mânevî”nin, fikirlerini, görüşlerini, içtihatlarını ve yorumlarını birleştirerek Kur’ân’ı yeniden anlamayı teşvik ve hatta vasiyet ediyordu.2
Bize ise okuyarak bilgi edinmek ve tefeyyüz etmek kalıyordu.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 197.
2- İşârâtü’l-İ’caz, s. 13.