Naat, Peygamber Efendimiz’e (asm) duyulan sevginin ve saygının şiir diline dönüşmüş hâlidir. Şair, naat yazarken sadece mısra kurmaz; gönlündeki muhabbeti kelimelere döker.
Fuzûlî, Su Kasidesi’nde Peygamber (asm) sevgisini bir ateş, kendi gözyaşlarını ise o ateşi söndürmeye çalışan suya benzetir:
“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su,
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su.”
Yani “Ey göz! Dökülen gözyaşınla gönlümdeki Peygamber aşkını söndürmeye çalışma, çünkü o öyle bir ateştir ki, suyla sönmez” der. Ne zarif bir ifade değil mi?
Süleyman Çelebi ise Mevlid’inde şöyle söyler:
“Bir kez Allah dese aşk ile lisan,
Dökülür cümle günah misli hazan.”
Yani “Bir insan Allah’ı aşk ile anarsa, günahları sonbahar yaprakları gibi dökülür” diyerek aşkın arındırıcı yönünü anlatır.
Nâbî’nin şu beyiti ise edebin zirvesidir:
“Sakın terk-i edebden kûy-i Mahbûb-ı Hudâ’dır bu,
Nazargâh-ı İlâhî’dir, Makâm-ı Mustafâ’dır bu.”
Yani “Edep sınırını aşma; burası Allah’ın sevgilisinin makamıdır, İlâhî nazarın yöneldiği yerdir.” diyerek Peygamber’in (asm) huzurunda kalp ve dil terbiyesini öğütler.
Modern dönemde de Sezai Karakoç aynı ruhu taşır:
“Bir gülün etrafında dönüyor devran,
O gül ki Muhammed’dir, nurdur, canan.”
---
Kemal Edip Kürkçüoğlu'ndan bir beyit.
Ebediyyen sevecek can onu, Canan olarak,
Şartı peyman olarak,hüccetı iman olarak.
---
O'nun anlattığı Tevhidi hakiki bir gün,
Saracak alemi bir seyl-i huruşan olarak. (Mahir İz, Yılların İzi)
Asırlar geçse de aynı sevda bugün de süruyor; gönüller Peygamber’e (asm) yöneliyor, diller salât ve selâm ile güzelleşiyor.
Ayetin ifadesiyle mealen, "Allah ve melekleri O'na salât ve selâm ederler. Ey iman edenler siz de Allah ın Resulüne salat ve selam edin" (Ahzab Suresi: 56) buyuruyor. Biz de binler salât ve binler selam sana olsun Ey Allah in Resulu (asm) diyor ve onun şefaatine mazhar olmayı yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz.