Sual: “Bir büyük adama ve bir velîye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar, meziyetleri için, bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.”
Cevap: Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni, tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız.
.......
Sual: “Heyhat! Bize teselli veren şu ulvî emeli ye’se inkılâb ettiren ve etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müthiş yılanlara ne diyeceğiz?”
Cevap: Korkmayınız; medeniyet, fazilet ve hürriyet âlem-i insaniyette galebe çalmaya başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’en feşey’en hafifleşecektir. Farz-ı muhâl olarak -Allah etmesin- eğer bizi parça parça edip öldürseler; emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üç yüz olarak dirileceğiz. Başımızdan rezâil ve ihtilâfatın gubarını silkip, hakikî münevver ve müttehid olarak kervan-ı benî beşere pişdarlık edeceğiz. Biz, en şedid, en kavî ve en bâkî hayatı intâc eden öyle bir ölümden korkmayız. Biz ölsek de, İslâmiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun.
Sual: “Gayr-i müslimlerle nasıl müsavi olacağız?”
Cevap: Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise, şah ve geda birdir. Acaba bir Şeriat, “Karıncaya bilerek ayak basmayınız” dese, ta’zibinden men etse, nasıl benî Âdemin hukukunu ihmal eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (ra) âdi bir Yahudi ile muhakemesi ve medâr-ı fahriniz olan Salâhaddin-i Eyyubî’nin miskin bir Hristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim.” HÂŞİYE
HÂŞİYE: Eski Said, Nur’un parlak hâsiyetinden gelen kuvvetli bir ümit ve tam teselli ile, siyaseti İslâmiyete âlet yaparak, hararetle hürriyete çalışırken, diğer bir hiss-i kable’l-vuku ile dehşetli ve lâdinî bir istibdad-ı mutlakın geleceğini bir hadis-i şerifin manasından anlayıp, elli sene evvel haber vermiş. Said’in teselli haberlerini o istibdad-ı mutlak, yirmi beş sene bilfiil tekzip edeceğini hissetmiş ve otuz seneden beri “Eûzü billahi mine’ş-şeytani vessiyaseti” [Şeytandan ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım] deyip, siyaseti bırakmış, Yeni Said olmuştur.
Tarihçe-i Hayat, s. 93
LUGATÇE:
benî Âdem: insanoğlu, Âdemoğlu; insanlık âlemi.
imtisal: uyma, sarılma, yapışma, tutunma.
gubar: toz.
kellâ: hiçbir vakit, kat’iyen, asla.
mürafaa: yüzleşerek muhâkeme olmak, karşılıklı hak iddiâ ederek konuşma.
müsavat: eşitlik.
müsavi: birbirine denk, aynı seviyede olan.
sabiyy-i müteşeyyih: kendini yaşlı gösteren çocuk; büyüklük taslayan küçük.
şe’n: iş, gerek, tavır, hal, bir şeyin husûsîyetinin fiilî görünümü, neticesi ve eseri.
şey’en feşey’en: yavaş yavaş, azar azar.
tahakküm: zorbalık etme; zorla hükmetme, mânevî baskı.
ta’zib: acı çektirme, sıkıntı verme, azap çektirme, incitme.
tekebbür: kibirlenme, kendini büyük sayma.
ye’s: ümitsizlik.