Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder. (Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat)
Yukarıdaki parçayı çokça okuyup dinlemişizdir. Bin kere de okusak, dinlesek fazla olmaz. Çünkü, bu satırlar kıyamete kadar geçerliliğini koruyacak ve bizlere ve bütün âlem-i İslâm’a ışık tutacak niteliktedir. Bu sözleri nefsimizde yaşamazsak, maddî manevî mesuliyet ve kayıplarımız telâfisi zor boyutlara gelebilir. Az mütehassis nasıl olunur? Sağırca nasıl davranılır? Az biraz nefsimizi ve hizmet konusundaki davranışlarımızı sigaya çeksek, yani hep kendimizi haklı görmeye bir an olsun ara versek, bu manaları daha iyi özümseriz kanaatimce. Nefsim başta olarak, “Acaba ben hizmet içinde bir fikir beyan ederken hislerimi o fikrime karıştırıyor muyum? Acaba farklı kişi veya mecralardan duyduğum sözlerin etkisinde mi kalıyorum? Acaba maslahat veya mutlak hayır veyahut hakikat zannettiğim fikirlerimde nefsimin ve şeytanın bir dahli var mı? Bunu nasıl ayırt edeceğim?”
Bu noktada doğruyu bulmanın en kısa yolu şu olsa gerektir: Konuşulacak meseleyi sadece ve sadece meşrû zeminlerde konuşmak. Eğer bir kişi bir mesele hakkında meşrû olmayan şekillerde fikir beyan ederse ‘sağırca’ ifadesine uygunsuz hareket etmiş olur. Bu haller Şahs-ı manevinin mahiyetini idrak edememekten kaynaklanır.
Hatırlanacağı üzere Üstad, vazifesini şahs-ı maneviye emanet etmiştir. Arkasında bir şahıs değil, Risale-i Nur’u bırakmıştır.
Bizlerin yapması gereken meseleleri meşrû zeminlerde konuşmaktır. Sosyal medya aracılığıyla konuşmak tesanüde zarar verir.