Nur müellifi Aziz Üstadımızın bizlere vedia bıraktığı, Kur’an-ı Hâkim’in bir mucize-i manevisi olan Risale-i Nur külliyatı, kıyamete kadar küfr-ü mutlak cereyanının istimal edeceği hile ve desiselerine karşı Ehl-i İslam’ın tahassungâhı olacaktır. Keza “Din öldürülecektir” kararının tüm şiddetiyle uygulandığı mutlak istibdat devrinde Bediüzzaman Hazretleri ve sarsılmaz talebelerinin verdiği mücadele destan olup yazılsa yaşananları anlatmaktan âciz kalır.
Âdeta Bediüzzaman ve talebeleri, can çekişen iman ve İslam davasını tutup kaldırmakla kalmamış, bu iş bitti zanneden Ehl-i küfre Kur’an’ın elmas kılıcını havale eylemiştir. Bunun bedelini bir ömür boyunca ödemiş, fakat evladı olduğu Resul-i Kibriya’nın davasını savunmaktan bir an olsun geri durmamıştır. Nasıl bir dava şuurudur ki kendi şahsını hiç nazara vermesin, davasına ve eserlerine nazarları hasretsin. Ahirzaman insanı en basit meselede bile hiçbir şeyini feda etmezken o Zat-ı Muazzez hayatını, sağlığını, rahatını hatta hem dünya hem ukbasını feda etsin. İnsan düşündükçe kafasına dert ettiği mevzuların gereksizliğine ve boşluğuna hayıflanıyor. Hatta utanıyor. Dünyanın geçici meşgale ve hevesatı öyle ön plana çıkmış ki, insanları kendine bağımlı hale getirmiş. Dünyası için her şeyi feda eder dereceye gelmiş. Dünyevileşme saikiyle dün adı anılmayan şeyler, bugün zaruret tahtına oturmuş. Bu hal karşısında eğer vicdan varsa ağlamalı ve Rabb-i Rahime yalvarmalı değil mi? Nesiller bir çukura itilirken, itenler de bu hale keyifle kahkaha atıp, İslam’ın namusu ile istihza ederken, vicdan taşıyan hangi kalp yastığa başını rahat koyar? “Bana ne” denir mi? “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor” diyen bir Bediüzzaman varken bize atalet yakışır mı? Eski hatıraları yad etmek yeter mi? Vazifemiz yok mu? Yarın Ruz-i mahşerde Rabbimiz bize “Benim dinime şiddetle hücum edildiği zamanda sen ne yaptın?” diye sorsa ne cevap veririz? Burada ve orada başımız dik olmalı değil mi?
Biz bu iman ve İslam kal’asının burçlarında durmalı ve dünyaya İslam hakikatlerini haykırmalıyız. Haydi kardeşler iş başına! Ağabeylerimizden geri kalmayalım. Onlara yetişelim. Rabbimize iyi bir kul, Resulüne (asm) iyi bir ümmet ve Üstadımıza iyi birer talebe olalım. Diyelim ki “Ey Aziz Üstadımız. Sen Said ol. Bizler iman ve İslam davası uğruna elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Şahs-ı maneviden ayrılmayacağız. Hılleti düstur edineceğiz. Onun gayet yüksek kulesinden sükût etmeyeceğiz. İhlâsı kırmayacağız. Vazifemizi tam yapacak ve ahirette karşına yüzümüz ak çıkacağız.”