"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez

Said YÜKSEKDAĞ
27 Haziran 2019, Perşembe
Dinimiz her türlü duyguyu vasat mertebede ve şartlara uygun olarak kullanmamızı emreder.

Bu, merhamet duygusu için de geçerlidir. Zira merhamet ederken haddi aşabilir yani Cenâb-ı Hakk’ı tenkit edebilecek bir duruma girebiliriz. Çocuk ölümleri, açlıktan meydana gelen ölümler, toplumda olan bazı hadiselerde bizim merhametimiz Cenâb-ı Hakk’ın merhametinin önüne geçebilecek bir vaziyet alabilir. Hatta baharı temâşâ ederken bile hayat sahibi mahlûkların kısa bir an görünüp kaybolmaları insana vaveyla-i ruhî hissettirebilir. Kaldı ki, insan kafilelerinden bir grup olan kâfirlerin ebedî Cehennem’e atılmaları, rikkat-i cinsiyemiz itibari ile “Yazık değiller mi?” sorusunu sormamıza sebep olabiliyor.

Merhamet sonsuz olan Hâlıkımız, hidayet Nurlar’ını her an herkese Feyyaz-ı Mutlak vasfıyla gönderiyor. Bu feyizleri, hidayet Nurlar’ını kabul edip etmemek bize bırakılmış. Kabul ettiğimizde hayrı kabul edip Cennet’e ehil bir vaziyet alıyoruz. Fakat mutlak hayır olan hidayeti kabul etmediğimizde -sıkıntı burada başlıyor- şerre kaynaklık ediyoruz. Çünkü şer, mevcut olarak dış dünyada var edilmemiş. Ne zaman ki insan hayrı kabul etmez ise o zaman şer mevcut oluyor. Şerre kaynaklık yapan insan olduğundan Cehennem’i hak edecek bir mevki alıyor.

Bediüzzaman Hazretleri (ra) kâfirlerin Allah’ı inkâr etmesi ile birlikte mevcudatın tesbihlerini ve tazimlerini inkâr etmesini, “cinayet-i mutlak ve zulm-ü azîm” olarak nitelendirir. Allah’ın kâinat üzerindeki fiillerini ve tasarrufatını inkâr etmenin cezasını ise ancak Cehennem temizlemektedir. Bu hâldeki insan en acınacak bir durumda olduğu hâlde hiç acınmaya müstahak olmaz. Çünkü zarara kendi rızasıyla girene hak, hukuk, adalet namına merhamet edilmez. Kur’ân’ın mânâsı ve onun tecessüm etmiş hâli olan Resulallâh’ın (asm) tebligatı ayrıca her asırda gelen âlimler, müceddidler ve binlerce bu minval üzerine yazılan kitaplar bu hakikate işaret etmiştir. Kâfirler, bu gerçeği bildiği hâlde ısrarla İslâm’ın emir ve yasaklarına muhalefet etmişlerdir. İslâm’a aykırı olan bu davranışlarının neticesinin zarar olduğunu bilmelerine rağmen kendi iradeleriyle, rızalarıyla ve şuurlu bir şekilde bu menfi amelleri istemiş ve yapmışlardır.

Bahsi geçen durum “Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez” kaidesini akla getirmektedir. Bu ifade, hukuku, adaleti ve cezayı tatbik edecek şahsı ve hükmü vereni ilgilendiren bir kaidedir. Fakat bu kaideyi ihsas edecek hadisler, mânâ itibariyle mevcuttur. Evet, bu kaide gereği zarara kendi şuuru, isteği ve rızasıyla bilerek girene; neticesi itibariyle cezayı tatbik etmekle kanun ve adalet adına acınmaz ve merhamet edilmez. Zira Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden fazla rahmet, ihsanından fazla ihsan edilmez. Öyle ise; insanlar arasında hakkın, hukukun ve adaletin muhafazası için; cezalar uygulanırken, şefkat etmek ve acımakla, Allah’ın takdir ve tensibine muhalefet etmek demek olduğu gibi gadaplanıp öfkelenmek de insanların haddini aşmaları demektir. Her ikisi de takdir-i İlâhîyi tenkit anlamına gelir. Böyle bir davranış kişiyi mes’ul eder ve asla doğru değildir.

Peki, “zarara rızasıyla girmek” ne demektir? Rıza; irade, şuur ve kast demektir. Bu kişilerin zarara girme iradesi, inat ve ısrar biçiminde sürdüğü sürece bu kişiler hakkındaki bu hüküm de geçerli kalmaya devam eder. Ancak bu kişiler, daha sonra bu konudaki rızalarından vazgeçerse, uhrevî hayatlarını tehlikeye atacak kötülüklere tövbe edip hak yolda sebat ederlerse bu hüküm ortadan kalkar. Çünkü tövbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulur ve o günahı hiç işlememiş gibi tertemiz olur.

Buraya kadar her şey tamam, ama Peygamber Efendimiz (asm) “Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz.”1 buyuruyor. Zarara girene merhamet edilmediği takdirde Allah’ın rahmetinden mahrum kalınmaz mı? Öncelikle bu hadisin hangi mânâyı muhteva ettiğine bakmamız lâzımdır. 

Zira aslı Arapça olan hadislerin Türkçe tercümesinde mânâ tam olarak yansımayabiliyor. Bu sebeple hadis âlimlerinin bu konuda yaptığı izah ve yorumlara bakmakta fayda vardır. 

Tefsir, hadis, fıkıh âlimi olan Abdullah bin Sa’d bin Ahmed bin Ebî Cemre bu hadis hakkında şöyle bir yorum yapar: “Bu hadiste şu mânâ muhtemeldir: Herhangi iyilik şekillerinden biriyle başkasına iyilik yapmayan kimseye hiç sevap hâsıl olmayacaktır.” 

Bu durumda hadisten murad şu olabilir: “Kimde dünyada iken imanın merhameti yoksa, ona âhirette rahmet edilmez,” yahut “Kim Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçmak sûretiyle nefsine merhamet etmezse, Allah da ona rahmet etmez; çünkü Allah nezdinde ona verilmiş bir vaad, bir garanti mevcut değildir.” 

Bu durumda tercümede zikri geçen merhametten maksadın amel, rahmetten muradında amelin karşılığı olan mükâfat olduğu ifade edilebilir. 2

Elhâsıl: Gerçeği bilmelerine rağmen zarara kendi iradeleriyle girenlere ceza tatbik edildiği vakit; hak namına merhamet edilmez. Zira Cenâb-ı Hak mutlak adalet ve sonsuz merhamet sahibidir. Kimin haddi var ki O’ndan daha fazla merhamet etsin. O, dilediği kulunu bağışlar, dilediğine istediği kadar ceza verir. Bizlere düşen insanların zarara girmeden evvel yaptıkları kötü fiiller için uyarmak, nasihat etmek, irşad etmek ve zarara girmeleri hâlinde de akıbetleri hususunda duâ etmektir.

Dipnotlar:

1- Buhâri, Tevhid 2, Edeb 27; Müslim, Fedail 66, Tirmizi, Birr 16.

2- sorularlaislamiyet.com

Okunma Sayısı: 6016
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı