İnsanlık tarihi mü’minler, kâfirler ve münafıklar olarak üç grup halinde günümüze kadar gelmiş ve kıyamete kadar da böyle devam edip gidecektir.
Samimi olarak Allah’a, ahirete ve diğer iman rükünlerine inanmış olan insanlar, hem bu dünyada hem de ahiret diyarında Cennet lezzetleri içinde yaşarlarken, kâfir ve münafıklar ise, her iki âlemde maddî ve manevî Cehennemin azaplarını çekerler.
Kur’ân-ı Kerîm’de, samimi mü’minleri anlatan iki sureden birinin adı Mü’minun, diğeri de Mü’min suresidir. Mü’minun Suresinde Cenab-ı Hak mü’minleri tarif ederken şöyle buyurur: “Mü’minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını Allah’tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tadil-i erkân ile kılarlar. Onlar dünya ve ahiretlerine faydası dokunmayan her türlü şeyden yüz çevirirler. Onlar nail oldukları her türlü nimetin zekâtını aksatmadan verirler…Onlar vârislerin tâ kendisidir. Onlar Firdevs Cennetine vâris olurlar. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.”
Halis mü’minler için bunlar gibi nice ayetlerde müjdeler verilirken, mü’minler gibi görünen fakat aslında inanmayan münafıklar için ise, özel olarak Münafikun Suresi indirilmiştir. İnsanların içinde en tehlikeli ve kâfirlerden daha beter olanı işte bu tip insanlardır. Onların ne zaman ve ne şekilde insanlara zarar verecekleri bilinemez. En çok böyle insanların hile ve tuzaklarına dikkat edilmeli ve onların şerrinden Allah’a sığınılmalıdır.
Münafikun Suresinin başında Allah onları şöyle vasıflandırıyor: “Münafıklar sana geldiklerinde ‘Şehadet ederiz ki, şüphesiz sen Allah’ın Resulüsün’ dediler. Allah bilir ki, sen elbette Allah’ın Resulüsün. Münafıkların yalancı olduklarına da Allah şahittir. Onlar yeminlerini bir kalkan olarak kullanıp halkı Allah yolundan saptırdılar. Bu yaptıkları ne kötü bir şeydir. Çünkü onlar önce iman etmiş, sonra da kâfir olmuşlar, bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık hakkı anlayamazlar. Onları gördüğünde cüsseleri hoşuna gider. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Onlar elbise giymiş kütükler gibidir. Her türlü gürültüyü aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmanların tâ kendisidir. Onlardan sakın. Allah onları kahretsin, nasıl da yüzleri haktan çevriliyor!” (Münafikun Suresi: 1.2.3.4. ayetler)
Kur’ân-ı Kerîm’in ilk tefsir edeni olan Sevgili Peygamberimiz (asm), münafıkların vasıflarını sayarken “Münafık olan kimse, konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, bir emanet verildiğinde emanete hıyanet eder, bir anlaşma yapsa tek taraflı olarak onu bozar.” Bu vasıfların hepsi kendinde bulunan kişi tam bir münafıktır.
Gerçek anlamda mü’min olan bir kişi ise, bahsi geçen bu sıfatların hepsinden tamamen uzaktır. Böyle bir duruma düşmekten ise, Allah’a sığınır. Ancak bu böyle ise de, bir kısım mü’minlerin bahsi geçen sıfatların bazısından kendisini kurtaramadığı görülür. Meselâ; yalan ile iman bir arada bulunmadığı halde, bazen yalan söylüyorsa ya da sözünde bir şekilde durmuyorsa yahut aldığı bir emanete riayet etmiyorsa, bu durumda o mü’minde münafıklık alâmeti var denilir. Yoksa, hemen münafık damgası vurmak doğru değildir. Bir mü’min, başkasına kolaylıkla münafık kelimesini kullanmaz. Çünkü, bahsi geçen kişi münafık değilse, kendisi münafık damgası yemeden bu dünyadan göçmez.
Zübeyir Ağabey “Kardeşlerim! Sakın kimseye münafık demeyin. İki yüzlü derseniz belki tevile mecali vardır” dermiş. Cenab-ı Hak, hepimizi hâlis mü’minlerden eylesin, âmin.