İnsan birtakım gerekçelerle bir topluluktan ayrılınca o topluluk daha çok gündemine oturuyor.
Onları öncesinden daha ciddi bir takip başlıyor. Unutmak istedikçe hatırlıyor. Görmek istemedikçe daha çok görünüyor. O topluluğu yokluğa mahkum etmek hali, ciddi bir iç sıkıntısıdır. İnsanda husumet duyguları galip gelince, terazinin ölçüsü kaçıyor. Hiç tanımadığı insanlara sergilediği nezaketi(!) on yıllarca aralarında hukuk oluşmuş arkadaşlarına sergileyemiyor. Bu kendisinin içinde olduğu durumu içine sindirememenin bir göstergesidir.
Hatta o grup hakkında o husumet hislerinin doğru çıkması için adeta dua eder gibi, ‘ben dememiş miydim’ duygu tatmini ve düşüncesinde haklı çıkmak bencilliği için heyecanlı bir beklenti oluşturmak bile söz konusu olabilmektedir.
Düşünün ki, kendince yanlışta olan arkadaşlarının iyileşmesi, daha sağlıklı bir hale gelmesi için ehl-i insaf mabeyninde dua etmek beklenirken, böyle kötü duygu taşıyanlarda, bırakın iyileşme duasını daha beter olması noktasında adeta beklentiler söz konusu olmaktadır. Böyleler, kendi gibi düşünmeyeni bir kaşık suda boğacak zihniyettedir. Allah fırsat vermesin.
Zaman zaman, eskilerden biraz daha konuşulabilenlerle karşılaşıldığında, sizi yokmuş gibi kabul eden bir anlayışla, ‘Yeni Asya hala çıkıyor mu?’ gibi bir iç görüntü hali sergilerler. Belli ki, en iyi takipçilerden birisi de böylelerdir.
İlginç olan ise, Yeni Asya’dan ayrılanlardan bazıları daha beter bir Yeni Asya düşmanlığı içindedirler. Başkalarının Yeni Asya için kurmadığı cümleleri onlar insafsızca kurabilmektedirler. Tabii böyle tavır ve tutumları Kur’an’ın, Risale-i Nurların, vicdanın neresinden çıkarıyorlar belli değil. Muhtemeldir ki, Risale-i Nurun bazı cümlelerini etkilendiği görüşe göre eğip bükerek kendince bir geçici sığınak bulmuşlardır. Yani şahs-ı maneviden uzaklaşan eneye sığınır.
Gözardı edilmemesi gereken şey, baki iman kardeşliğini, fani siyaset tarafgirliğine tercih etmek, kömürü elmasa tercih etmektir. Bu ne körlüktür.