Siyaset bezirgânlarının şu son onbeş sene zarfındaki politik fırıldakları arasındaaklını ve hafızasını hâlâ yitirmeyenler, hatırlarlar. Mevcut hükümetin beyin takımı iktidara geldiği ilk senelerde, Menderes ve Demirel gibi bedel ödemeye hazır olmadığını söylemişti.
Kemalistlerin 12 Eylül ihtilâliyle Müslümanlara dayattığı zulümler “dindar” iktidarlara rağmen bu dönemde devam etti ve hâlâ ediyor. Popülist politikanın önünü açacak birkaç rüşvetin dışında (tesettür, imam hatip ve mağdur memurlar gibi) Kemalistlerin millete reva gördüğü dayatmanın günümüzde devam ettiğini, sağlıklı düşünenler elbette biliyorlar. O zaman da yazmıştık. Dâvâsı ve hedefi olanların rizikosuz yaşamaları mümkün değildi. Menderes ve Demirel; demokrasi, Türkiye sevdası ve temel hürriyetler yolunda yürürken, global dinsiz ihtilâlcilerin tezgâhıyla iktidardan uzaklaştırılmışlardı. Vatan, millet ve temel haklardan taviz vermek istemedikleri için bin bir çileyi, zindanı ve idamı göze almışlardı. Yürüdükleri hedefin bedelsiz olmayacağı şuuruyla yaşadılar ve öldüler.
İHTİLÂLCİLERİN DOLMUŞUNA BİNENLER, BEDELİ BİLİRLER Mİ?
Demokrasiyi rayından çıkaran darbecilerin; devlet, millet ve temel haklar diye bir dertleri olmaz. Onlar uzun boylu da iktidarda kalmazlar. Dış desteklerle kendilerine yakın kadroları nifakla hükümet ettirmeye çalışırlar. 12 Eylül’ün kendisinden öncekilerden daha derin ve münafıkane olduğunda herkes müttefik. Zira siyasetin Siyasal İslâmcı ve milliyetçi kanatlarını Türk- İslâm ortak paydasında bir araya getirenler, Kemalistlerin metazoruyla bu işi 1990’lara kadar getirdiler. Yine Siyasal İslâmcıların yardımıyla demokrasi trenini 2000’lerden sonra tekrar rayından çıkaranlar, bu defa hipnoz ve manyetizmayı da kullanarak işi günümüze kadar getirmeyi başardılar.
Konunun anlaşılması için tekrarda fayda var: 12 Eylül olmasaydı ANAP olmayacağı gibi, 28 Şubat’tan sonra Erbakan kadrolarına yasak getirilip partileri kapatılmasaydı da AKP olamazdı. Yani bu iki uzun soluklu ihtilâl sonrası partilerin dönemini demokrasi ile karıştıranlar elbette bizim bedelden anladığımızı anlayamazlar. Bedel ödemenin en ağır şekli de; zillet, zulüm ve sefalet içinde son nefesini verip dünya bedellerinden kurtulmak olmalı… Bu tip kadroları iktidara taşıyanların, iktidarlarına payanda olma karşılığında zengin olanların, içinde bulundukları cemaatlerin başına ihtilâlcilerin desteğiyle geçenlerin akıbetleri, çok acıklı hikâyelerle doludur.
BEDEL ÖDEME MEVSİMİ…
Bu mevsim, güz yapraklarının döküldüğü hazan mevsimini de hatırlatıyor. Güneş çarığı ve çarık da ayağı sıkmaya başlamıştır. İktidara getirildikleri o kudretli günlerindeki beyan ve icraatlarının tam tersine yöneltilmişlerdir. Artık beyazlar karaya, karalar beyaza bürünmüştür. Geçmişin yalan, zikzak ve vefasızlıkları, bugünkü doğrularına inanmaya da müsaade ettirmez. Hâlâ bazı menfaatlerden dolayı çevresini terk etmeyenler, doğrulardan o kadar nefret ederler ki. Cinayet derecesindeki dünkü yanlış karar ve icraatlarının, her an yüzlerine çarpılmasından korkarlar.
Artık bedel ödemek istemiyoruz sözleri, zillet yalvarışlarına dönüşüyor. Kudretli neocon pratisyenlerin global desteğiyle, ulusalcı Kemalistlerin yardımıyla dizayn edilen generallerle oynanan tiyatrolar ve bu tiyatrolarda çalıştırılan figüranlar dönemi de sona ermiştir. Global yeni muhafazakârların Rusya ve Avrupa cephelerindeki yenilgileri, ihtilâl sonrası hükümetlerini Rusya’ya, İsrail’e, Mısır’a yalvartır derekesine indirmiştir. “Düşmanlarımızı azaltacağız” sözü, komşularla sıfır problem sözünü de tedai ettiriyor. Korkarız ki, can düşmanlarımız da dostlarımızın üniformalarıyla harim-i ismetimize girsinler.
Başbakanımız her ne kadar ülkede emniyet zaafı yoktur dese de; son sekiz ay içinde yaşananlar bu iddiayı şiddetle tekzip ediyor. Hükümetimiz doğu vilayet ve kazalarımızın örgütçe nasıl cephaneliğe dönüştürüldüğünü ve onlarca yerden masum insanları canlı bombalarla havaya uçuran IŞİD’çilerin mülteciler arasında ülkeye nasıl girdiğinin hikâyelerini mutlaka anlatmalıdır. Amerikan neocon’larının idaresindeki El-Kaide, IŞİD veya El-Nusra saflarında masumları katledenlerin kumandanlarının kimlikleri bugünlerde ortaya çıkıyor. Bir süre Avrupa’da mülteci kalarak sonra Gürcistan’a gelip savaşa katılan Çeçen Ahmet Çatayev ile Amerikalıların örnek asker olarak niteledikleri Gürcü Tarkan Batiraşvilli gibi meşhur kumandanların geçmişlerini anlatmalıdır.
Bu ağır bedellerin; on-on beş sene önce ödemeye yanaşmadığımız bedellerin toplamı olmadığını kim söyleyebilir ki? Devrimci Siyasal İslâmcılarımızın yüz seksen derecelik dönüşleriyle şimdilik birinci derecede millet ödüyor. Tarih hiçbir failin bedel ödemekten kurtulamadığını yazıyor. Ziyaül Hak’tan Kaddafi ve Saddam’a kadar… Troçki ve Hitler’e kadar.
İdarede Demokrat olanlar her an bedel ödemeye hazırdırlar. John Kennedy, Butto’lar ve Menderes’ler gibi. Demokrat olamayanlar mütemadiyen gömleklerinin kefenleri olduğunu söyleseler de, gönüllüce bedel ödemeye yanaşmazlar. Dünyevî siyasetin bütün yanlışlarıyla, iktidarlarını bir gün daha uzatmaya çalışırlar. Kur’ân ve hadis, geçmişi ibret niyetiyle okumamızı tavsiye eder. Yakın geçmiş tarihimize bakanlar; kudretli ihtilâlcilerin, onlara alet olmuş siyasetçilerin ve siyasetçilerin tezgâhlarına yardımcı olanların bu dünyadan zillet içinde ayrılışlarını hüzün içinde seyredebilirler. Belki de onlar asıl bedellerin ödeneceği yere gidiyorlar. Bilinen ve bilinmeyen bütün hesap, dosya ve dâvâlar o büyük mahkemeye havale ediliyor. Akıllı olanlar, o mahkemeye hiçbir kul hakkını üzerlerinde taşımadan hazırlananlar değil mi?