İnsan her ne kadar nisyan (unutkanlık) ile malûl olsa da, bundan çeyrek asır öncesini bilmecburiye hatırlayacaktır.
Son zamanlarda alevlenen ve hakikî mahiyeti bilinçli olarak efkâr-ı ammeden kaçırılan ”ticarî savaşlardaki” neoliberal düşüncenin rolünü daha net anlamak için hadiseye farklı bir adeseden bakmak istiyoruz.
2019’dan dönüp ta 1990’lara baktığımız zamanlarda, olan bitenin mahiyetini anlayamadığımızı bir kez daha anlıyoruz. Belki de hadiseleri; körlerin fili tarifi üslûbuyla konuşuyorduk. Avrupa’daki dev şirketlerin haraç mezat satışları, imalatçı büyük fabrikaların binlerce işçisini kapı dışarı etmesini ve yepyeni makinaların imalathanelerden sökülüşünü büyük bir gariplik içinde seyretmiştik... Bazen çekirge sürülerinden ve bazen de okyanuslara açılmış köpek balıklarından bahsediyorlardı, demokrasi taraftarı siyasetçiler... Fakat, çekirge sürülerinin nerelerden Avrupa’ya geldiklerini ve Avrupa’dan nerelere uçtuklarını kimse yazıp çizmiyordu. Labirentlerde yaşayan ahaliye, imalatın “Doğu Avrupa’ya“ taşındığı haberleri fısıldanmıştı. Bu yeni demokrasiye geçen ülkelerdeki vergi teşviki, işçi maliyetlerinin düşüklüğü ve diğer üretim lehindeki teşviklerle güya işverenleri buralara yöneltmişti. Gel gör ki, hakikat böyle değildi. Neoliberal sermayedarlarla komünist Çin İdaresi anlaşmışlar. Düşük ücret, sıfır vergi, alabildiğine her türlü çevre ve adalet istismarıyla dev sermayedarları Uzakdoğu’ya taşınmışlar. Bu arada, köle ve esirlerin hayat şartlarından daha zor ortamlarda yaşama mücadelesi veren Bangladeş, Hindistan, Tayvan ve Pakistan’da da fabrikalar konuşlandırılmış. Milyarlarca insanı; hürriyet, hukuk, adalet, demokrasi ve daha doğrusu insaniyetin olmadığı şartlarda “modern esarete” tabî tutan sermayedarların bekçiliğini, onların sırtından semizlenen Çin İdaresi yapıyormuş.
BATI ÇİN TİCARET SAVAŞININ MAHİYETİ…
Montpelerin’li neoliberallerin ilk başkanı August von Hayek, devlet idarecileri kendileriyle çalıştıkları ve programlarını kabul ettikleri takdirde, rejim antidemokrat görünse de, aslında demokrattır, diyor. Bunun örneğini de Latin Amerika’daki müstebitlerden veriyor. Dünya siyasetine, hasis menfaatlerine dayanarak el koymaya çalışan neoliberallere göre Çin, belki de demokrattır. Milyarlarca insanın “insanlık dışı“ şartlarda hayata tutunmaları, keyfi idamları, Orta Çağ Avrupa şartlarındaki hukukları ve diğer meseleleri nazara almayan neoliberallerle neoconların, Batı sermayesinin büyük bir bölümünü şu son otuz senede Çin’e taşıdığını yalnız biz söylemiyoruz. Almanya İşverenler Cemiyeti, Almanya Ticaret ve Meslekler Odası ve daha nice kaynaklar, Çin’in Batı sermayesi ile son zamanlarda büyüdüğünü söylüyorlar. Bu savaşta Çin’i koruyan güçlerin; New York, Londra, Roma, Frankfurt, Paris, Viyana ve Romalı neocon ve neoliberal sermayedarlar olduğunu yalnızca Amerikan idaresi söylemiyor.
DEMOKRASİ DIŞI SERMAYE, GENELLİKLE GASPTIR…
İnsanları hayvanlaştırarak onların sırtından zengin olanlara hangi sıfatı takabiliriz... Okuyucularımız düşünsünler. İnsanın sosyal çevresini ve hayatını yok sayarak ne medeni olunur, ne de zengin. Müstebitlerle işbirliği yapanlar demokratik ülkelerde yaşasalar ve hatta o devletlerin pasaportlarını taşısalar da, demokrat değil müstebit sayılırlar. İnsan hürriyetinin, çevreye îtinâsının, adaleti tesisinin ve insanca yaşama şartlarının; elbette üretilen mala ve ticarî metâya yansıması olacaktır. Bu mallar Çin gibi komünist, Hindistan ve Pakistan gibi antidemokratik ülkelerden demokrasi ile idare olunan Avrupa Birliği veya Amerika Birleşik Devletleri’ne ithal edildiğinde, demokrasinin giderleri bu malların fiyatlarına ilâve edilerek piyasaya sürülecektir. Modern sömürgeciliğe özenmiş neocon ve neoliberal sermayedarların bu hususta hür Batı’ya itiraz etmeleri, abesle iştigaldir. Gasp edilmiş, garat ile toplanmış, fukara halklarının ellerinden ya çalınmış beyaz zorbalıkla alınmış sermaye ile mallarını çoğaltana elbette “zengin” denilmez.