Geçtiğimiz Ağustos ayında gökyüzü sayfasında medyadan öğrendiğimiz adıyla “Perseid göktaşı yağmuru” vardı. Şehir ışıklarından uzak bir noktada, Barla’da idik.
Yanımızdaki arkadaşlarla akşam yürüyüşümüzde semavat sayfasındaki bu hareketleri, kimi zaman kayan yıldızları tefekkür ettik, böyle bir ışıklı gösteriyi sunan Rabbimize şükrettik.
YILDIZLAR
Yıldızlar, gezegenler, ay, Güneş, Güneş sistemi, Herkül burcu, semavattaki diğer yıldız sistemleri, ay ve dünyanın hareketleri… Bunların işleyişindeki düzen ve intizam, ölçülü hareketler Risale-i Nur’da iman hakikatlerini izah edilirken çok sık kullanılan varlık âleminden delillerdir.
Risale-i Nur mesleğinin dört önemli esasından biri olan tefekkür tevhidin kâinat kitabındaki en parlak delili olan semavat sayfasında yıldızlar ve diğer gök cisimleri üzerinden çok yerde anlatılır.
Tertemiz fıtratlarıyla her şeyi büyük bir hayranlıkla izleyen çocuklar için de semavat sayfası çok ilginç tablolarla doludur. Özellikle büyük şehirlerde tabiattan kopuk koşuşturmalı hayatlarda anne babalarla birlikte internet âşığı çocuklar da belki gökyüzünü tefekkür etmeyi çoğu zaman unuturlar.
Buna rağmen yetişkinler olarak kendimize sık sık hatırlatmamız gerekir ki âlem sarayındaki her şey Usta Sanatkâr tarafından şuuru olan varlıklar için devamlı değişen tablolar olarak yapılır ve birer imtihan sorusu olarak nazarımıza sunulur. O yüzden olabildiğince merakımızı, hayretimizi, hayranlığımızı arttıracak vesilelere kendimizi ve çocuklarımızı yönlendirmemiz kaliteli insan olabilme adına çok önemlidir.
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ VE ANNESİ
Risale-i Nurlar’ı okuduğumuzda Bediüzzaman Hazretleri’nin annesiyle yaşadığı bir tabloyu anlatırken kullandığı ifadelerden anlıyoruz ki annesi de küçük Said de gece tefekkürlerini yapıyorlar, birlikte gökyüzünü izliyorlar. Küçük Said gökyüzünde her zaman şahit olmadığı bir tablo ile karşılaştığında büyük bir ciddiyetle anneciğinden bunun sebebini soruyor:
“Küçüklüğümde kamer (ay) tutuldu. Ben valideme dedim:
“Neden ay böyle oldu?”
Dedi: “Yılan yutmuş.”
Dedim: “Daha görünüyor.”
Dedi: “Yukarıda yılanlar cam gibi olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler.”
ÇEKİRDEKLER MEYVEYE DURURKEN
Bu çocukluk hatırasını çok zaman hatırladığını belirten, “Bu kadar hakikatsiz bir hurafe, validem gibi ciddî zatların lisanında nasıl geziyor? diye düşünürdüm” diyen Bediüzzaman, cevabı şöyle veriyor: “Tâ, felekiyat fennini (gök bilimi) mütalâa ettiğim vakit gördüm ki, validem gibi öyle diyenler bir teşbihi (benzetme) hakikat telâkki etmişler. Çünkü, derecât-ı şemsiyenin (güneşe ait dereceler) medârı (sebebi) olan “mıntıkatü’l-burûc” (uzayda on iki burcun bulunduğu alan) tabir ettikleri daire-i azîme (büyük daire), menâzil-i kameriyenin (Ay’ın menzilleri, durakları) medârı bulunan mâil-i kamer (Ay’ın yörüngesi) dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire, herbiri iki kavis şeklini vermiş.
O iki kavise felekiyun uleması, lâtif bir teşbihle, büyük iki yılan namı olan “tinnîneyn” (iki büyük yılan) namını vermişler. İşte, o iki dairenin tekatu’ (kesişme) noktasına, “baş” mânâsına “re’s,” diğerine “kuyruk” mânâsına “zeneb” demişler. Kamer re’se ve şems (güneş) zenebe geldiği vakit, felekiyun ıstılahınca “haylûlet-i arz” (Ay tutulması, Dünyanın Güneşle ayın arasına girmesi) vuku bulur. Yani, küre-i arz, tam ikisinin ortasına düşer. O vakit kamer hasf (ay tutulması) olur. Sabık teşbihle, “Kamer tinnînin (yılan) ağzına girdi” denilir. İşte bu ulvî ve ilmî teşbih, avâmın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, kameri yutacak koca bir yılan şeklini almış. (Bediüzzaman Said Nursî, 14. Lem’a)
HÜLÂSA
“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.
Ezcümle: Meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek ve Risale-i Nur’un da en büyük hakikati olan acımak ve merhamet etmeyi, o validemin şefkatli fiil ve halinden ve o manevî derslerinden aldığımı yakinen görüyorum.”
Cümlelerini hiç küçük Said’in annesiyle yaptığı gece tefekkürleri üzerinden düşünmüş müydünüz?