Geçen haftaki yazımız Kastamonu Lahikası 19. Mektup merkezliydi.
Her okuduğumda beni çok etkileyen bu bahis Ramazan ayında ehl-i sünnetin selamet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik kabul edilmemesinin sebebi üzerine. Mektubun şüphesiz günümüze bakan cihetleri de var.
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN KASTAMONU HAYATI
1927’de Barla’ya sürgün olarak gönderilen Bediüzzaman Hazretleri Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının büyük bir bölümünü orada yazar. 1934’de Tesettür Risalesi nedeniyle Eskişehir hapishanesinde 11 ay hapsolur. Buradan çıktıktan sonra Kastamonu’ya sürgün edilir. 1943 yılına kadar Kastamonu’da kalır. Risale-i Nur telifi burada da devam eder. Bu dönem zarfında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde devrimler tamamlanmıştır. Hilafet kaldırılmış, kılık kıyafet, şapka, harf, ölçü ve takvim devrimleri yapılmış, tekke ve zaviyeler kapatılmış, ezan Türkçeleştirilmiş, laiklik kabul edilmiştir.
“ANLADIN MI KAMBUR?”
İhlaslı dualar ubudiyetin ruhu hükmündedir. Kim ihlas ile ne isterse Cenab-ı Hak cevap veriyor. Umumi yapılan ve külliyet kesbeden dualar kabule daha yakın. Umumi musibetler genelin hatası üzerine geldiğinden dua ve tövbenin de umumi yapılması gerekiyor. Dua, tevekkül, tevbe ve istiğfar en büyük savunmamız. Dua, “maddi âlemin ölçüleriyle tahmin edilemeyecek güce sahip olan” bir iksir. Kastamonu’da hizmetinde bulunan Çaycı Emin Abi anlatıyor: “Bir gün beraber ikindi namazını kıldık. Namazdan sonra tesbihatta iken: ‘Kambur, ben mi haklıyım, yoksa sen mi haklısın?’ diye birisine hitap ediyordu.
“Ben yine bir çok zamanlar olduğu gibi, hayretler içindeydim. Odasında benimle kendisinden başka kimse yoktu. Benim merakımı görünce, mes’eleyi şu şekilde izâh etti: ‘Onuncu Söz, haşir ve âhiret hakkındadır. Ben o eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum. Baktım o günlerde bir İslâm düşmanı, ıslâhı gayr-i kabil. Arefeye bir kaç gün vardı. Ben bedduâ ettim. Benim bedduâma karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicaz’daki Kutb-u A’zâm, onun ıslâhı için duâ ediyorlardı. Benim bedduâm ferdî kaldığı için iâde edildi. Aradan uzun seneler geçti. Baktım, bu sene (1938-1939) bana nihayet hak verdiler. Hâlbuki bunun ıslahının gayr-i kâbil olduğunu biliyordum. Onlar nihayet bu sene başladılar bedduâ etmeye.” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, Cild 2, s. 95.)
Bediüzzaman Hazretleri bu olayın sırrını Risalelerde şöyle anlatıyor: “Bir zaman, ben bir kısım ehl-i dalâlete mühim bir vakitte kahr ile duâ ettim. Bedduâma karşı, müthiş bir kuvvet-i mâneviye çıktı. Hem duâmı geri çeviriyordu, hem beni men etti. Sonra gördüm ki, o kısım ehl-i dalâlet, hilâf-ı hak icraatında bir kuvve-i mâneviyenin teshilâtıyla arkasına aldığı halkı sürükleyip gidiyor, muvaffak oluyor. Yalnız cebirle değil, belki velâyet kuvvetinden gelen bir arzuyla imtizaç ettiği için, ehl-i îmânın bir kısmı o arzuya kapılıp hoş görüyorlar, çok fena telâkki etmiyorlar.”(26. Mektub 9. Mesele)
HÜLASA
Dualarımızın kabulünde iman ve küfür yolunu temsil eden şahısların ve onlara hizmet edenlerin mahiyetlerini tanımak, icraatlarını fark etmek çok önemli.
Aksi takdirde Bel’am ve Cibali Baba gibi dehşetli faaliyetlere destek söz konusu. Bediüzzaman Hazretleri, “Hizmetinizin azameti ve ehemmiyeti ve muârızların kuvveti ve şeytaneti nispetinde ihtiyata ve dikkate mecburuz” diyerek özellikle Nur Talebelerini ikaz ediyor.