"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kibir mabetleri (Gigantisme)

Yasemin YAŞAR
08 Haziran 2019, Cumartesi
Gerek günümüzde inşa edilen mabetlere, gerek tarihi mabetlere bakıldığında ortaya çıktıkları dönemi gösteren birer pencere veya dürbün vazifesi gördükleri anlaşılır. Dönemin sosyal ve öznel değer yargılarına dair ipuçları verir.

Meselâ ecdadın eserlerindeki ihtişamın ve büyüklüğün ardında okunan, devletin, dinin ihtişamıdır. Eserlerdeki büyüklük ve irilik sizi irrite etmeyen bir şehamet ve vakarı hissettirir.

Fransızca bir kelime olan gigantisme, irileşme ve devleşme hastalığı olarak Türkçeye tercüme edilir. Sanatta da son zamanların bir trendidir. Yani devasa heykeller, devasa binalar, resimler yapmak gibi.

Asrın hastalığının enaniyet olduğu tesbitinden yola çıkarak belki de kibrin ve gururun sanata yansıması olarak çevirebiliriz. Bu minvalden bakıldığında Ecdat da devasa eserler inşa etmiş, lâkin hiçbir zaman kibrin sembolü, siyasetin malzemesi olmamıştır.

Padişah bir cami inşa ederken kendi şahsiyetini değil, temsil ettiği makamın, dinin, devletin bir vakar göstergesi olarak eser inşa ediyordu. Bir mabet yaptırırken mütevazılığı, kulluk edebini, yaratıcısına karşı tezellül halini bırakmadan ve bir gazanın neticesinde kazanılan ganimetlerin adeta bir zekâtı ve şükrü mahiyetinde camiyi inşa ederdi. Bu yüzden Padişah camilerinin ihtişamı, kibirden değil mütevazılıktan ve vakardan kaynaklanırdı.

Kısmen de olsa bu maksadın ve geleneğin bozulduğu ilk cami, fethin sembolü olan Ayasofya karşısına konumlandırılan Sultan Ahmet Camii’dir. Zira Sultan Ahmet Camii savaşla kazanılmış ganimetlerle cami yapma geleneğinin bozulduğu camidir. Doğrudan devlet hazinesinden desteklenmiştir. Ne var ki Sultan Ahmet bu caminin tamamlanmasını göremeden vefat etmiştir.

Sultan Ahmet Camii ekonomik ve politik çözülmenin baş gösterdiği 17. yy’da zafer dolu geçmişe bir öykünme olarak yapılmıştır. Bu noktaya dikkat lâzımdır.

Camiyi yaptıran Sultan Ahmet, halkın nezdinde bu camiyi meşrûlaştırmak adına, Kuyucu Murat Paşa’nın Anadolu’da bastırdığı Celali isyanlarını, askerî bir zafer olarak sunmaya çalışmıştır. Fakat caminin yapımını meşrûlaştıracak, Hıristiyanlara karşı kazanılmış askerî başarıdan sağlanan ganimet olmadığı için, kamu nefretini celp etmiştir.

Devlet hazinesinden karşılanmasından doğan sosyal antipati neticesinde, Sultan Ahmet döneminde, bu camiye “imansız cami” ismi takılmıştır.

Süleymaniye’ye öykünme olarak yorumlanan bu caminin kamusal vicdanda kabul görmesini sağlamak maksadıyla 1599’da yasaklanan Hz. Muhammed’in (asm) doğumunun kutlandığı mevlit törenleri yeniden yapılmaya başlanmış, cami içinde yüksek ve alt kültüre yiyecek içecek ve o zaman çok kıymetli olan kahve servisleri yapılmış ve toplumun değişik kesimlerini bir araya getiren kamu mekânına dönüştürülmüştür.

Sultan Ahmet’in belki de masum bir niyetle inşa ettirdiği bu cami, bir geleneğin bozularak devlet kasasından yaptırılması sebebiyle halk nezdinde o dönem pek de hoş karşılanmamıştır. Fakat zaman içerisinde kabul görmüş ve bugün İstanbul siluetini tamamlayan güzel bir cami haline gelmiştir.

Camilerin maksadı dışında, siyasî bir kibrin göstergesi olarak inşa edildiğinin en mücessem örneği, günümüze yakın bir tarihte Saddam Hüseyin’in İran’la yaptığı Körfez Savaşı’nın hemen akabinde yaptırdığı devasa camilerdir. Saddam’ın yaptırdığı Umm al- Ma’arık Camii adeta her taşıyla diktatör imzası taşıyan sembollerle dolduruldu. Meselâ, 43’er metre uzunluğundaki dört dış minare Körfez Savaşı’nın ABD’nin 43 Günlük “Çöl Fırtınası” operasyonuna karşılık gelir. Bunlara yapışık 37 metrelik dört iç minare Saddam’ın doğduğu 1937’yi hatırlatır. Bu minarelerin şekli de adeta bir zerafet abidesi (!) gibi olup kalaşnikof veya SCUD füzesi şeklindedir. Üstelik caminin el yazması Kur’ân-ı Kerîm’i de cam bir muhafazanın içerisinde korunan ve Saddam’ın 28 litre kanı ve mürekkep karışımı ile yazılmış olduğu yine bilinen bir gerçektir.

Maalesef, Saddam’la doruğa çıkmış olan bu kibir mabetleri inşa etme geleneği, maddî zenginliğinden başka hiçbir şeyi kalmayan İslâm ülkelerinde ve şanlı tarihi ile avunan, ama ekonomik sıkıntılarla kıvranan kendi ülkemizde de devam etmektedir. Adeta, kibirde yarışmanın bir sembolü haline getirilmişlerdir.

Hasılı, mabetlerin, siyasî bir malzeme olarak inşa edilmesi geleneği dün de vardı bugün de var. Fakat son asırdaki kadar hiçbir zaman bir tahakkümün, istibdadın ve kibrin sembolü olarak kullanılmamıştır. 

Siyasî kibir malzemesi haline getirilen bu ve benzeri yapılar, komplekslerin küçüklüğün, acizliğin belki de korkaklığın, devleşerek dışa vurumu, zulmün taşa bürünmüş hali, diktatör heykellerinin şeytanî bir yaklaşımla, mabet kılıfına girmiş şeklinden başka bir şey değildir.

Okunma Sayısı: 2899
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ayhan Aydın

    8.6.2019 19:51:06

    Tebrikler. Allah istikametten ayırmasın. Selam ve dua ile.

  • erdal

    8.6.2019 15:12:01

    Güzel bir yazı, istifade ettim. Aynı zamanda ibret alınacak bir yazı.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı