"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Terbiye, ama nasıl?

Zeynep ÇAKIR
26 Aralık 2025, Cuma
Çok içine kapalıydı çocukken.

Utangaç, çekingen. Kimse ile pek konuşamaz, hele büyükleri bir şey söylese utana sıkıla cevap verir, elini kolunu nereye koyacağını bilemezdi. Bu konudaki ifrat hali zaten diline de yansımıştı. Baskı altında hissettiği anlarda kekeler yüzü gözü kıpkırmızı kesilir heyecandan eli ayağı titrerdi.

Otoriter ve çocuklarını disiplinle yetiştirme taraftarı olan annenin etkisi mi, mizaç mı, özgüven duygusunun gelişmemesi mi bunu bu zamanda bile ayırt etmekten aciz olsa da hal böyleydi. Bu hallerinden ötürü de öyle herkes tarafından çok sevilen bir çocuk olmadı hiç bir zaman, en yakınları haricinde tabiî ki.

Ne kadar içine kapalı olsa da içinde de o kadar zengin bir dünyası, dünyaları aşacak hayal gücü ve Allah vergisi çabuk kavrayış ve zekâsı vardı. Tabiî o aciz çocuk bunların da farkında olmaktan acizdi, tâ ki okul hayatı başlayana kadar.

Okula gitmeden önce okuma yazmayı öğrenmişti aslında. Dedesine büyük harflerle yazdığı bir kaç satırlık mektup dillere destandı. Yaşından küçük başlatıldı birinci sınıfa. Ama ilk günü tam bir fiyasko ile geçti. O dönemlerde çocuklara önce harfler bile değil, çizgiler öğretilirdi. İşte dikey bir çubuk "I" veya yatay "/" sonra "O" gibi yuvarlak çalışmalar falan. Ama bunları yapmak hem sıkıcı geldi, hem de deftere geçirmekte beceriksiz oldu ve azarı işitti ilk günden. 

İçine kapalı çocukların tek sermayesi yüreklendirmek, takdir ve teşvik edilmektir. Sosyal hayata girişin ilk deminde bu tenkit ona gözyaşları ve arkadaş alayları ile geri döndü. Zavallı diyemiyordu ki, "Öğretmenim ben okumayı da yazmayı da biliyorum, ama bu şekil bana yabancı geldi." Nasıl desin, yok ki öyle bir kabiliyet ve cesareti! 

Allah'tan annesinin farkındalığı öğretmenin iyi niyeti ile durum çözüldü de çocuk sonrasında öğretim metodlarına kolayca intibak etti ve başarılar da ardı ardına geldi. Fakat o içindeki sarsak utangaç yapı hayatın başka mertebelerinde hortlayıp aciz bir çocuk haline gelmesini hiç bırakmadı. Başardıkça yükselen öz benliği ufak bir eleştiri, tenkitçi bir nazar, hadsizce söylenen bir sözde un ufak oluyor, ellerinde sakarlık beceriksizlik, gözlerinde çağlayan sellere dönüşüyordu.

Bir gün eve dönerken kendinden yaşça büyük bir kız Lazca bir şeyler söyledi. Bir kısmını anladı çoğunu bilemeyince cevap da veremedi. Bunun üzerine o aklı kıt, hadsiz kız, "Kafasız, insan kendi dilini bilmez mi hiç öğrenemedin mi?" diye kendince onu küçük düşürdü. 

Halbuki annesi duru bir İstanbul Türkçesi konuşup bu konuda çok hassas bir tutum takındığı için bile isteye çocuklarını bundan uzak tutmuştu. Yanlıştı belki, ama öyle düşünmüş, uygulamıştı. Zira köy ahalisi 'lazca'nın da etkisi ile o yıllarda Türkçe'yi çok bozuk bir aksan ile konuşuyordu ve anne çocuklarının kaba bir dil ile konuşmasına razı değildi. Ufacık ürkek çocuk, karşısında cahilliğinden gelen cesaretle saydıran bu hadsize had bildirmek ne haddine yine ağlamakta ve çar naçar eve sığınmakta buldu çareyi!

Halbuki "o kafasız aptal çocuk" tâ üçüncü sınıftan itibaren en uzun ve ağır şiirleri hiç heyecanlanmadan teklemeden, bayramlarda Termal'de kurulan platformda o kalabalıklara okuma kabiliyetini de gösteriyordu.

Oradan o küçücük bedenini alıp kendini anne babasını tebrik eden büyük küçük her yaştan insana karşı ise; içi mutluluk ve kıvançla dolsa da yine aynı utangaçlık ve bir iki kem küm ile karşılık verebiliyordu.

İşte bu çocuk şimdi de kimlere ulaştığını bilmediği, tenkit mi takdir mi göreceği belli olmayan yazıları yazarken o kürsüde devleşen çocuktur.

Kendine güvendiği ya da kendisi ile özdeşleşmiş bir durumda kimse onu yıldıramazken, bu yaşında bile baskı altında ya da tenkitçi nazarlara maruz kaldığını idrak ettiği hallerde bir tepsi çayı bile alıp taşıyamaz. Başka evlerde iş yapamaz bir ihtiyardır. Ama beceriksiz diyecekler diye de korkmaz. Davranışlarının kaynağını biliyor çünkü.

Davranışının ne anlama geldiğini çok iyi bilen, kıskançların, hasetçilerin tasallutunun nerelere kadar dayandığının farkında artık. Onların ne sözleri, ne tavırları öz benliğini tanıyan farkında olan bir insana tesir etmez nafile yeredir bunu da bilir. Elinde bir silâhı var kalem ve kelam. Haksızlığa karşı hadsizliğe karşı edepsizliğe karşı kullandığı.

Demem o ki: İlle de öz güven sahibi olsunlar diye hoyrat saygısız edep haya yoksunu çocuklar yetiştirmek yerine biraz da ayıp, günah, terbiye ve hürmet kavramlarını aktarmanın zamanı geldi geçiyor. Zira dünün cahillerinin yerini bugün ilim perdesi altında özgüven patlaması yaşayan  sınır tanımazlık almış başını gidiyor. Utanmanın bir erdem olduğu unutulunca yaptığından zerrece utanmayan kendini bilmezlerin tasallutu ise hiç bir şeye benzemiyor. Okullarda her gün yaşanılan zorbalıklar bunun delilidir. Varsın çocuk kendini göstermesin, bir müddet gösterince de meziyetleri ile parmakla gösterilsin.

Bir de her gün kulağa küpe bu hadis söylensin hem çocuklara, hem nefislere: "Utanmadıktan sonra dilediğini yap!"

Zira terbiye önce insanın kendinden başlar sonra nesillere intikal eder.

Okunma Sayısı: 154
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı