Kahvaltı sonrası çay eşliğinde elime telefonu adım ve sosyal medya turuna çıktım.
Siyah, iri desenli çiçekli elbisesi bir kardeşin fotoğrafı önüme düştü. Yorum yaptım: “‘70’li yıllarda jarse, maksi elbise modası vardı. Apartman topuk ya da mantar topuk ayakkabılar ile kombinlenir, uzun boncuklu ya da altın kolyeler, renk renk halka bilezikler ile süslenirdi. Beni annemlerin gençlik, teyzelerimin genç kızlık yıllarına götürdü” dedim. “Eskilere dönmek lâzım” dedi kardeş. Evet dedim çoğu şeyde eskilere dönmek gerek, bazı şeylerde ise asla!
Eskilere dönmek mevzusunun en özleneni, bizi yalnız hissettirenlerin en başında geleni ise, “yardımlaşma ve dayanışma anlayışımızın zayıflaması” durumudur, benim için.
Babamdan döndüm. Yorgun argın, mecalsiz, bitkin.
Bir dünya işin içinde hiç birine başlamadan duvarlara ve telefon ekranına bakıyorum.
Yeniden işlere saldıracak enerjim ve dermanım yok. Yaşım da kemale erince her geçen gün daha zorlayıcı hâle geliyor genç kız gibi koşturmak zorunda olmak.
Görüyorum ki bir çok hemcinsim bu durumda. “Ben güçlüyüm, her işimi de yaparım evvel Allah” modunda minnetsiz bir şekilde; tükenen gücüne inat, gençlere taş çıkaracak şekilde uğraşıyor, didiniyor.
Çizdiğim bu tablonun negatifliği size de bulaşmıştır şimdi eminim.
Fakat negatif olan benim ifade şeklim değil, içinde bulunduğumuz zamanların acımasız realitesine maruz kalıştır.
Yeni zamanlarda çekirdek aile yapısına ek; az çocuklu olmak, ebeveyn ve kardeşler ile yakın olamamak ve herkesin aile içinde değil dışarıda meşguliyetlerinin çok olması bir vakıa. Hal böyleyken kendine yetemeyen yorgun gençler ordusunun içinde eski evlerin iş bölümlü mekanizmalarını aramak abesle iştigal tabiî ki.
Çareyi yardımcı kadın aramakta buluyoruz. Evet bu bir çözüm belki, ama yardımlaşmanın çok az bir cüzünü tamamlayan bir çözüm.
İnsanın duygusal ihtiyaçlarını giderecek, sıkıştığı zaman “ahh arkam “diyecek dostlarının, yakınlarının olması ne büyük nimet
Rahmetli komşum Ayfer seslenirdi: “Zeynooo gel! Ben hiç bir işe el atamıyorum. Kahvaltı yapalım, sohbet muhabbet bir yerlerden başlayalım.”
Yanına vardığımda bezgin, moralsiz olan komşum bir anda canlanır; şen şakrak kahkahalar, muhabbetler eşliğinde günlük işlere el atılırdı. El atılır dediğim de benim yaptığım ne ki; o zaten atmaca gibi hızlı, hamarat bir hanımdı. Bir insanın yarım günde yaptığını yarım saatte yapardı, ama ilacı insandı, şevki bir dost beraberliğiydi demek ki...
Şimdi, “Allah kimseye muhtaç etmesin” duası; yalnız bırakmanın bir vicdan yıkaması ve bırakılmanın tesellisi olarak söyleniyor farkında mısınız?
Yaşlı insanlara, kendilerinden daha dinç olanların hâlâ neler yaptıkları bu kadar kendilerini salmamaları öğüt veriliyor İslâm’ın tesanüd, ittifak, ittihat düsturlarını es geçen eski zamanların birlik beraberlik anlayışını zir u zeber eden enerji emici modern psikoloji yaklaşımlarının bu meseleye sunduğu çözüm: Bencil, egosu şişmiş muhtaca hatta ebeveynine bile yardımı lütuf sayan insan ordusunu çoğaltmaktan başka bir işe yaramıyor. “Bana istemediğim bir şeyi asla kimse yaptıramaz.”
“Hayatımı yaşamak istiyorum”
“Kimse kendini bana yük etmesin, herkes başının çaresine bakmayı öğrensin” sloganlarının getirdiği noktanın keyfine ve kendine düşkün, ama yine de mutsuz insan tablosu olduğunu ne zaman göreceğiz?
Yeni moda, “Sen değerlisin önemlisin ve en öndesin” sloganına hayır!
Eskinin “Birlikten kuvvet doğar, hayat yardımlaşmaktan ibarettir” düsturlarına evet deyip resti çekeceğiz. Yoksa kimse beceriksiz ya da aciz olduğundan yardım arayışında değil. Vesselâm...