Siluetinde boy boy binalardan başka bir şey olmayan, gece her tarafın ışıklarla kaplandığı bir şehre bakınca insan ne hisseder? Teknolojinin vardığı noktanın göz kamaştırıcılığını mı? Ne kalabalık bir memlekette yaşadığını mı? Bu koca çölde bir kum tanesi olarak kaldığını mı?
Belki hepsi. Ama en çok yalnızlığı. İnsan selinden yürüyemediğin bir şehirde koskoca bir yalnızlığı. Milyonlarca çift göz arasında kimsesizliği…
İnsan en çok yalnız olduğunda hisseder, aslında yalnız olmadığını. Devasa ayaklar altında ezilen bir kum tanesi olduğu halde, tüm o ayakların, karşısında bir hiçe dönüşeceği büyük bir gücün bulunduğunu. Tüm güneşler batarken anlar insan, batıp gitmeyeni, yaratıcısını.
Oysa, tuhaftır, o binalar ve o ışıklar, sanki insana Rabbini unutturmak içindir. Işıklar arttıkça, binalar yükseldikçe görünmez olur gökyüzü. Betonlar döküldükçe gözden kaybolur yeryüzü. Gökyüzü ve yeryüzü görülmeyince, Göklerin ve Yerlerin Sultanı da unutulacak sanılır. İnsan gökyüzünü göremeyince, ne eşsiz, ne uçsuz bucaksız, aklın hayalin alamayacağı ne büyük bir kâinatta yaşadığını unutacak diye hesaplanır. Hayatı taştan, demirden, elektrikten, baz istasyonundan ve cistak cistaklardan ibaret sanacak diye umulur. Bedeniniz çıkamıyor diye, siz de çıkamazsınız zannedilir, gökyüzüne. Bedenen çıkmayın diye, türlü oyuncaklar yerleştirilir, o taştan kulelere. Yerin onlarca metre derininden, yüzlerce metre üstüne kadar koca koca ayaklar inşa edilmiştir, kum tanelerini ezmek için, oyun ve eğlencelerle. Her katta biraz daha yükselip, kendisini de yükselmiş hissedecektir, hesapta. Daha büyük binalarda, daha da büyük olduğunu zannedecektir, güya.
Oysa büyük şehirlerin o yüksek kulelerinden, o neon ışıklarından insanın hissesine kocaman bir yalnızlıktan başka bir şey kalmaz.
Yalnız ve çaresiz bir insandan daha aç kimse yoktur, inanmaya.
Eğer dev ayaklar altında ezilen, katları çıktıkça yükseldiğini sanan, oyuncaklara kendini fazlaca kaptırıp, gökyüzüne hayalen bile çıkamayan biri değilse…
10.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|