Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Blokaj



CHP ve e-muhtıra meseleyi Anayasa Mahkemesi’ne havale ederek Türkiye’de krizi derinleştirdi. Zira yönlendirme ve CHP’nin başvurusu lehinde vermiş olduğu kararla mevcut sistemin tabutuna bir çivi daha çakılmış oldu. Anayasa Mahkemesi de krizin içine dahil edilmiş oldu. Yeni içtihad kararıyla birlikte fiilî olarak cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesi adeta imkânsız hale getirilmiştir. En azından mevcut kırılgan ve bölünmüş siyasî tablo içinde. Cumhurbaşkanı seçilmesi için ya partilerden birisi mutlak çoğunluğu ele geçirecek (ki zaten mevcut bunalımın kaynağı da o) ya da partiler zıtlaşma içine girmeden cumhurbaşkanını birlikte uzlaşma içinde seçecekler. Yani birilerinin keyfi tam tatmin olacak.

Bu yeni adımla birlikte kriz anayasal bir boyut kazanmıştır. Ve Başbakan Erdoğan bunun adını doğru koydu: Blokaj. Yani kuşatma. Buna ideolojik kuşatma da diyebiliriz. Kendisi de zaten adını öyle koydu. Blokaj ideolojik ise bunun siyasî çıkışı yoktur. Zira başbakanın da dediği gibi CHP’nin halka gitmeye yüzü yoktur. Bundan dolayı, Çağlayan mitinginden sonra kendisine ideolojik yakınlıktaki partileri cephe siyasetine ve bütünleşme siyasetine çağırmıştır ama iltifat görmemiştir. Zira onların üzerine örteceği ideolojik şalla onların muhtariyetlerini de ellerinden alacaktır. Bu yüzden diğer sol partiler çağrısına yüz vermemiştir. Bu durumda, ideolojik beklentileri için siyasetten destek alamayacaktır. Bundan dolayıdır ki; Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi ne meclis seçimleri ne de cumhurbaşkanlığı seçimi için halka gitme yüzleri yoktur. Gitseler bile netice aleyhlerine olacaktır. Bundan dolayı, halk da şantaja ve tehditlere boyun eğecek olursa erken seçimlerin bir şans olabileceğini söylemiştir.

Bence seçimler, iki taraf için de nefes tazeleme ve geçici bir sükûn ve vakit kazanma devresi olacaktır. Dolayısıyla seçimler blokajı çözemeyecektir. Zira başbakanın tam söylediği gibi bu bir blokoj ve mugalebe (üstünlük kurma) siyasetidir. Bunlar doğru. Başbakan’ın blokoj nitelemesi ve tasviri doğrultusunda New York Times gazetesi de Anayasa Mahkemesi’nin Abdullah Gül’ün adaylığını bloke ettiğini (önünü kestiğini) söylemiştir. Bunlar hep Meclis Başkanı Arınç’ın hatasının bir sonucudur. Üçlünün dışındaki aday ihtimalini bloke ettiği varsayılmaktadır. Bu başörtüsüz adayların blokajı olarak anlaşılmıştır. Mesele bu noktada kilitlenmiş ve zıtlaşmaya girmiştir. Bunun ötesinde ‘Çankaya’ya dindar cumhurbaşkanı’ söylemiyle de bunu pekiştirmiştir. Hem gereksiz hem de yanlış bir iş yapmıştır. Türkiye’nin bu ortamda Nejad tarzı liderlere katlanma lüksü yoktur. Dışarıdan hatta içeriden bakanlar Türkiye’deki mücadelenin tabiatını anlayamıyorlar. Hükûmetin 28 Şubat sürecinden daha güçlü olduğunu varsayıyorlar. Kemmiyet olarak öyle ama... Bunu rahatlıkla aşabileceğini düşünüyorlar. Hatta bazı Arap kanallarında Türkiye’ye yüzeysel okuyan Muhammed Adil gibilerle ters düştük. Ben krizin oldukça derin olduğunu ve kısa sürede çözümünün olmadığını söyledim. Onlar ise şartların 28 Şubat şartları olmadığını söylediler. İnşaallah biz yanlış takdir etmiş olalım. Ama öyle olmadığına inanıyorum. Bu Türkiye’nin 80 yıllık derin krizinin yeniden siyaset yüzeyine yansımasıdır. Ama özünde siyasî değildir.

***

Bununla birlikte bizim de kendimizi bir muhasebeden geçirmemizin vaktidir. Ben 28 Şubat sürecinden sonra geldiğimiz noktanın 28 Şubat süreçleri için daha müsait hale geldiğini hep savundum. Laik kesimler ders çıkartmış olsunlar veya olmasınlar biz süreçten hiç ders çıkarmadık. Üslûbu değil de özümüzü ve sözümüzü veya söylemimizi değiştirerek kuşatmayı yaracağımızı vehmettik. Ama bir arpa boyu yol almadığımız ortada. Sözgelimi, Ertuğrul Özkök’ün temas etmesinden önce Kırmızı diye çıkan bir derginin reklamı gözüme ilişmişti. Bu başlık üzerinde Yayın Koordinatörümüz Abdullah Eraçıkbaş Bey’le dertleşmiştim. Tam da krize denk gelecek ya: “Kâbe de halkın, Çankaya da’ diye absürd bir başlık atmış. Neden absürd? Elbette ontolojik olarak Kâbe de Çankaya da Allah’ın ama sembolik olarak sadece Kâbe Allah’ındır. Yoksa Allah hac menasikiyle alâkalı şeairillah ifadesini kullanmazdı. Aynı mantıktan gidecek olursak, Beyaz Saray gibi bütün konutların da Allah’ın olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu yanlış bir benzetmeden öte bir şey olmaz. En fazla Behçet Kemal Çağlar’ın doğrusunu değil tersini yapmış oluruz.

Behçet Kemal Çağlar, ‘Ne örümcek, ne yosun/ Ne mucize, ne füsun/ Kabe Arabın olsun/ Çankaya bize yeter!’ demişti.

Daha yakınlarda, ADD kongre üyelerinden İsmail Akpar, kongrede yaptığı konuşmada “Anıtkabir Mekke’den daha kutsal” şeklinde bir hezeyanda bulunmuş. Bunlar yanlışa yanlışla mukabeledir ve çıkar yol değildir. Kâbe elbette halkın değildir. Kâbe Allah’ındır. Ama halkın da ona karşı duyguları reddedilemez. Bu anlamda Peygamberimizden bir hadis mervidir: “Kavmim İslâm’a yeni girmiş olmasaydı Kâbe’yi orjinaline uygun olarak yeniden inşa ederdim.” Demek ki, halkın duygularının da bir karşılığı var. Ama halkın duyguları her zaman doğruyu da aksettirmiyor. Burada Kırmızı dergisini çıkaran Ali Gümüş gibi arkadaşlar kıdemli olmakla birlikte eski hastalıklarını üzerlerinden atamamış ve olgunlaşamamışlar Bu bağlamda, İslâmî basının olayları algılama ve teşhis biçimi 28 Şuşat sürecinin de gerisindedir. Seviye daha da gerilere düşmüştür. Bazılarında ideolojik keskinlik, tutarsızlık ekseninde seyrederken, ekserisi de dünyevîleşti. Nuray Mert’in fetihçilikten bahsetmesi de yadırgatıcı. Bu ifade dakik değil. Belki kadroculuk denebilir ama bu da İslâmî eksende değil parti asabiyeti refleksi tarzındadır. Tayyip Bey 2 Mayıs’taki konuşmasında bunların ipuçlarını da vermiştir: Modern hayatın değerlerini biz güçlendirdik. Ardından da Atatürk’ü referans verdiği konuşmasında CHP’yi kastederek ‘kimse bir yere sığınmasın’ demiştir. Bu noktada, CHP’nin referansı daha sağlam ve tutarlı görünüyor.

***

CHP, ‘Yönetimi bize bırakın’ diyor ama halk onlara bırakmıyor. Bunun üzerine de cıngar çıkartıyorlar. Geriye, AKP gibi partileri blokajla ideolojik tedrisattan geçirerek eğitmek ve ehlileştirmek kalıyor. Halkın hakemliğinde kriz sadece bir süre erteleniyor.

Hepimiz: ‘Düşmanım da olsa yeter ki ülkeye hizmet etsin’ anlayışında birleşebilmeliyiz.

03.05.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.05.2007) - Sivil muhtıra

  (01.05.2007) - Gül darbesi

  (30.04.2007) - Tandoğan'dan sonra Çağlayan

  (29.04.2007) - Derhal erken seçim

  (27.04.2007) - Merkeze oturma mı, ele geçirme mi?

  (26.04.2007) - Geri adım, atılımdır

  (25.04.2007) - 12 Eylül’cü konuştu

  (24.04.2007) - Esrarengiz savaş

  (23.04.2007) - Emr-i bi’l maruf ile ulu’l emr arasında

  (22.04.2007) - Yemen ve Zeydiler

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004