Bediüzzaman, arz ve semâvâttaki mevcudâtı hayret ve istihsanla temâşâ eder, kırlarda ve dağlarda husûsan bahar mevsiminde çok gezinti yapar, o seyrangâhlarda zihnen meşguliyet ve dakîk bir tefekkür ve dâimî bir huzur hâlindedir. Ağaç ve nebâtât ve çiçekleri, ‘Mâşâallah, Bârekallah, Fetebârekallahü ahsenü’l-hàlikìn’ (Allah dilemiş ne güzel, ne mübarek yaratmış; ‘Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şanı ne yücedir’1) diyerek, ibret nazarıyla onları seyreder; kâinat kitabını okur. Her âzâ ve hasseleri gibi, gözünü de daima Cenâb-ı Hak hesabına ve izni dairesinde çalıştırır. Gözü, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın [büyük kâinat kitabının] bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı sanat-ı Rabbaniyenin (Cenâb-ı Hakkın sanat mucizelerinin) bir seyircisidir. Ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübarek arısı derecesindedir.”2
1950 yılında Ankara Üniversitesinde verilen ve metni Sözler’in sonunda yer alan bir konferansta mümtaz talebesi merhum Zübeyir Gündüzalp böyle anlatıyor Bediüzzaman Hazretlerinin kâinat kitabını tefekkürünü.
Kâinat kitabını satır satır, kelime kelime inceden inceye okuyan Bediüzzaman’ın hayatında tefekkür işte böyle ap ayrı bir yer tutar. O, hayatının her safhasını, her ânını tefekkürle yoğurmuş, faaliyet ve hareket dolu hayat yolunu tefekkür projektörleriyle aydıtlatmayı görev edinmiş, eserlerinin her satırını tefekkür iplikleriyle dokumuştur. Bu hâliyle o hayatın tefekkürle gerçek mânâ ve değerini bulduğunu, fonksiyonunu gösterdiğini ispatlamıştır.
Bediüzzaman’a göre insan ibadet ve tefekkürle, hakikî insan olur, ahsen-i takvîmde, yani en güzel bir biçimde yaratıldığını göstermiş; îmanın kazandırdığı emniyet ve güvenle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olmuş olur. 3
Evet, insan ibadet ve tefekkürle yeryüzünde emanete lâyık bir halife olduğunu göstermiş olacaktır. Çünkü Cenâb-ı Hak, şu kâinat sarayında taklit edilmez imzalarıyla, Kendine has mühürleri, damgaları ve hususî fermanlarıyla herbir varlığa tevhid (birlik) damgalarını vuruyor, tevhidin delillerini nakşediyor, âlemin dört bir yanında tevhid bayrağını dalgalandırıyor ve Rab oluşunu ilân ediyor. İnsan da bunu tasdik ile, îman ile, tevhid ile, iz’ân ile, şehadet ile, ubûdiyet ile mukabele edecektir.
Tefekkürde de nümûne-i imtisal olan Bediüzzaman, onu mesleğinin dört esasından biri hâline getirmekle açtığı çığırda ilerleyen talebelerine ışık tutmuştur.
Bu gözlükle hadiselere bakan Nur Talebeleri artık tefekkürü ruh dünyalarının aynası olarak görmeye başlar, imanın bahşettiği mutlu atmosferin zevkini yaşar, ap aydınlık bir dünyada dostça, kardeşçe yaşamanın sevinciyle dolarlar.
Demek tefekkür vazgeçemeyeceğimiz, hayatımızı mânâlandıran ve renklendiren bir iksir.
Dipnotlar:
1- Mü’minûn Sûresi: 14. 2- Sözler, s. 715. 3- A.g.e., s. 298.
06.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|