AB Türkiye İlerleme Raporundaki “kırıklar,” sadece inanç hakkı ve hürriyeti ile Müslüman çoğunluğun dinî özgürlükler sorununun yeterince yer almamasından ibaret değil.
Demokratikleşme, insan hakları, yargı reformu ve idarî düzenlemelerde de Ankara’nın bir yığın “kırığı” var; ve ne yazık ki raporda Ankara’nın ihmal ve yanlış bilgilendirmesinden bu “kırıklar” da doğru değerlendirilmemiş…
Siyasetin demokratikleşmesi için, siyasî partiler ve seçim yasalarındaki demokratik kısıtlamaların giderilmesi, partilerin kapatılmasının zorlaştırılması; yasaların AİHM ictihadına ve Venedik Krtierleri’ne uygun hale getirilmesi, raporda yer alan tamiri gereken “kırıklar”ın başında geliyor.
Ayrıca askerlerin kullandığı bütçenin üzerindeki sivil denetimi güçlendirmeye dair adım atılmadığı, yargı reform stratejisine uygun olarak Adalet Bakanlığı’nın sivil toplumla yeterince danışıp paylaşmadığı, bunun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığında endişelere yol açtığı, iletilen eksikliklerden…
Yine son dönemde daha da yaygınlaşan yolsuzluklarla mücadelede yasal çerçevede ve kurumsal yapıda çok az ilerleme kaydedildiği ve hükûmetin bu hususta genel bir strateji ve plânının olmadığı eleştirisi, olaylarla ortada…
“AYIRIMCILIK”LA İLGİLİ AYIRICILIK…
Buna ilâveten Türkiye’de insan haklarının hâlâ adlî soruşturma geçirdiği ve hâlâ ciddî noksanlıklar bulunduğu; kamu denetçisi “ombudsman”ın olmadığı da, Ankara’nın bir türlü başaramadığı sorunlardan…
Özellikle büyük şehirlerde hapishanelerin aşırı kalabalığı ve izleme çabalarının eksikliği, “F tipi” ve “tecrit”le ilgili hukuk dışı uygulamalar da, Ankara’nın halletmesi gereken meselelerden…
Sendikaların örgütlenmesi, grev ve toplu pazarlık haklarının kısıtlandığı; sosyal diyalog mekanizmalarının zayıflığı da raporda dikkat çekilen zâfiyetlerden…
Keza kadın ve çocuk hakları, sağlık ve eğitimin güçlendirilmesi, sosyal hizmetler ve çocuk yargı sistemine dikkat çekilmesi ve çocuk emeğinin kullanılmasına dair Ankara’ya yapılan uyarılar da dikkat çekici.…
Buna ilâveten toplantı özgürlüğüne keyfî kısıtlamaların giderilmesi de Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu demokratik bir açılım...
Ne var ki toplanma özgürlüğünün Avrupa standartlarıyla uyumunun salt “1 Mayıs gösterileri”ndeki “polis şiddeti” ve “orantısız güç”le açıklanması, “kadın hakları”na “töre ve nâmus cinâyetleri”nin örnek verilmesi, yanlış yönlendirilmeler şaşırtılan AB raporunda bir dizi “kırıklar”a sebep oluyor.
Buna bağlı olarak insan hakları ihlâli iddialarının yeterince hızlı, tarafsız ve bağımsız soruşturulamadığına ve işkenceye, bir tek Metris Cezaevi’nde bir hükümlü olarak bulunan Engin Çeber’in ölmesiyle sınırlı tutulması, raporun eksik kalan taraflarından…
Hele “ayırımcılık”la ilgili ayırımcılık, AB’nin çapıcı çarpıtmalarından. “Cinsel yönelime dair ayrımcılık” uyarısında “lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel ve travestilere karşı ayrımcılığın” mesele edilmesi, bunun “teşhircilik” ve “genel ahlâka aykırı davranışlar” olarak görülmesinin kınanması, AB’nin saplandığı yanlışlardan biri...
“LAMBDA-İSTANBUL’UN
KAPANMASI” VAR, “İLÂHÎ
İKAZ”A CEZA YOK…
Şu çarpıtmaya bakın; “Valilikçe Lambda-istanbul’un kapanması” raporda Türkiye aleyhinde serişte ediliyor. Bilhassa “askerlikle ilgili süreçlerde eşcinsellere aşağılayıcı psikolojik ve fiziksel muayene yapıldığı” iddiasıyla polisin transseksüellere fiziksel saldırılarda bulunduğu ve şiddet uyguladığı iddialarının etkili soruşturması isteniyor.
Türkiye kültürel çeşitliliğini güvenceye almak ve azınlıklara saygı ve korumanın güçlendirilmesiyle ilgili hiçbir ilerlemelerin olmadığından hareketle, “azınlık hakları”, yine ne yazık ki “eşcinseller”e indirgeniyor.
En garibi de, “ayrımcılık” hususunda, İstanbul’da Romanların evlerinin yıkılmasından bahsediliyor; lâkin Kur’ân kurslarında ve camilerde halen tatbik edilen 28 Şubat “post-modern darbe”den kalma “yaş yasağı”yla, her yıl yüzbinlerce çocuğun dinlerinin temel kitabı olan Kur’ân’ı öğrenmelerine en ufak bir atıfta bulunulmuyor.
Başbakan ile bir medya patronu arasındaki “özelleştirme ihâleleri” ve “Deniz Feneri” dâvâsındaki polemikler nazara verilerek, yolsuzluk iddialarıyla ve terörle mücadeleyle ilgili haberlerin ardından basını şiddetle eleştiren açıklamalar yapması ve son dönemde internet sitelerinin sıklıkla ve orantısız şekilde yasaklanması sözkonusu ediliyor…
Düşünceyi ifâde özgürlüğünün sağlanmadığı açıkça belirtiliyor. Ancak Kur’ân’ın yüzlerce âyetine dayanarak sırf inançları gereği deprem gibi bir mûsîbete “İlâhî ikaz” dedikleri için onlarca gazeteci ve yazarın yargılanıp cezalandırılmasına hiçbir tepki bir gösterilmiyor!...
Ne var ki bütün bunların, yine Ankara’nın yeterince AB’yi aydınlatmamasından kaynaklandığı da bir gerçek. Bu konuda AB Komisyonu’nu suçlamak yerine Ankara’nın vazifesini yapıp yapmadığı hususu önem kazanıyor…
Neticede Ankara’nın başta yeni anayasa olmak üzere, demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletmesindeki bigâneliği bir yana, belirli bir takviminin dahi olmayışı, AKP’nin ABD-İngiltere-İsrail rotasındaki dış politika sapmasıyla birlikte ele alındığında, AB - Türkiye ekseninde ciddî kırılmalara ve tereddütlere sebebiyet veriyor.
Ankara’nın bir an evvel bu anafordan kurtulması gerekiyor…
11.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|