Bediüzzaman, İhlâs Risâlesi’nde, “Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır”1 tesbitiyle mü’minlerin, özellikle Nur talebelerinin hizmette gerek dahilî, gerekse hâricî birçok sıkıntı ve problemlerle karşılaşacağına dikkat çeker. Bu mânileri ihlâsla ve imandan alınan cesaretle bertaraf etmek gerektiğine vurgu yapar.
Aslında sıkıntıları, imtihan ile Rabbimizin Darr isminin bir yansıması olarak görmeli, kabul etmeli. Darr, “her türlü zarar, ziyan veren unsurları takdir eden ve onlarla kullarını imtihan eden” demektir. Ancak, gerçekten çok ağır şartlarda ve durumlarda ne yapmak gerekir?
İlâhî rehber de hayatî bir tehlike ile karşı karşıya kalanlara, zorlananlara cevaz verir: “Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse—kalbi iman ile dolu olduğu halde inkâra zorlanan müstesna—kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.”2
Bilindiği gibi müşrikler, Hz. Ammar (ra) ile babası Yâsir ve annesi Sümeyye’yi (ra) dinlerinden dönmeleri için zorlamışlar, baskı, zulüm ve işkence etmişlerdi. Yâsir ile Sümeyye hazretleri, bunu kabul etmeyince, fecî şekilde işkenceye uğratılmış ve şehid edilmişlerdi. Hz. Ammar (ra) ise son anda, onların istedikleri sözü söyleyerek kurtuldu. Ve iki gözü iki çeşme Resûlullah’ın (asm) huzuruna geldiğinde, “Ammar kâfir oldu” diyenlere karşı, “Ammar tepeden tırnağa imân doludur; imân onun etine ve kanına kadar işlemiştir” buyurarak, mübarek elleriyle gözyaşlarını sildi. Ve yukarıdaki âyet-i kerîme bu hâdise üzerine inerek, Resûl-i Ekrem’i (asm) tasdik etti.
Ancak, Nahl Sûrenin 110. âyetinde meseleye açıklık getirilir: “Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısıdır. Bütün bunlardan sonra Rabbin elbette çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”
Demek bu bir ruhsattır, bir izindir, zayıf ve zorda kalan insanlara bir çıkış yoludur. Âyet de, Metin ve Sabur olan Rabbimizin, “sabır ve sebat” ile “cihad” edenlerin yanında olduğunu müjdeler.
Kesin olarak hayatî tehlike ve ağır yaralama sözkonusu ise, ancak bu ruhsat kullanılabilir. Yani, din, iman, hizmet, şeair-i İslâmiye sair emir ve nehiyler gizlenilebilir. Yoksa, dünyevî, maddî çıkar ve makamlar için asla! Bu dünya bir imtihan meydanı olduğuna ve zorluklarla da imtihan edildiğimize göre, basit durumlar ve çıkarlardan ötürü kaçış yolu tercih edilmemeli.
Bediüzzaman, “Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i Şeriat rüşvet verilirdi. Dînin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı, zaaf-ı diyanettir; bunu takviye ile sıhhat bulabilir”3 değerlendirmesinde bulunur ve “Muhakkak bir maslahat, mazarrât-ı mevhume için fedâ edilmez”4 der.
Baskı ve sıkıntılara maruz kalan bir mü’min şöyle düşünmeli: Hz. Âdem’den (asm) Hz. Muhammed’e (asm) kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberler çok büyük sıkıntı ve baskılara maruz kalarak imtihan edilmişlerdir. Ve kezâ, büyük zâtlar, evliyâullah da şiddetli baskılara maruz kaldılar. Hemen her peygamber, birçok muîbet ve sıkıntılardan sonra huzûra, feraha ulaşmıştır. Hz. İbrahim’in (as) Nemrut tarafından ateşe atıldıktan sonra kurtuluşu, Hz. Eyyûb’un hastalığı ve sabrı, Hz. Musâ’nın (as) Firavun ile mâcerası, Hz. Yusûf’un çocukluğunda başlayan zahmetli ve maceralı hayattan sonra Mısır’a aziz olması…
Tohumun sümbül vermesi için, mutlaka toprak altında, karanlıkta, zor şartlarda kimyevî muameleye tâbi tutulması gerekir. Sıkıntı anında mealini verdiğimiz şu âyete sığınmalı: “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.”5
Dipnotlar: 1- Lem’alar, s. 164. 2- Nahl Sûresi: 106. 3- Tarihçe-i Hayat, s. 51. 4- İnşirah Sûresi: 5-6. 5- Sözler, s. 659.
11.11.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|