Babamız, gençliğinden itibaren Risale-i Nur hizmetine gönül vermiş; bu davayı ömrünün merkezine yerleştirmiş bir insandı.
Onun hayat çizgisinde en dikkat çekici yön, istikâmet ve sadakâtti. Hizmet hayatında Zübeyir Ağabey’in ihlâs ve disiplin ölçüsünü, Kutlular Ağabey’in cemaat şuuru ve metanetini rehber edinmişti. Onlar gibi o da hizmeti şahıslara değil, hakikâtlere bağladı. Biz çocukları için onun bu hâli, sadece bir hizmet anlayışı değil; bir hayat dersiydi. Çünkü babamız, bize her şeyden önce şunu öğretti: İnancın varsa istikâmetin bellidir; o istikâmet, menfaate göre değişmez. Risale-i Nur’dan aldığı dersle hayatını hep o hakikât ekseninde yaşadı; her adımını, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığına göre ölçtü.
Haksızlığa susmazdı
Babamızın en belirgin vasıflarından bir diğeri ise cesaret ve duruşuydu. İnandığı hakikâti savunmaktan asla çekinmezdi. Yanlışı gördüğünde susmaz, hak bildiğini açıkça söylerdi. Bu yönüyle hem hareketli, hem de yiğit bir mizaca sahipti. Fakat bu yiğitlik, kaba bir çıkıştan değil; imanın kazandırdığı vakur bir cesaretten doğardı. Bizlere de bunu telkin ederdi.

Babamız için doğruluk, bir iman meselesiydi. Mehmet Kutlular Ağabeyden aldığı dersle hem istikâmetli, hem de kararlı bir hizmet anlayışını ömrü boyunca taşıdı. Her durumda dik durmayı, doğruyu söylemeyi, ölçüyü korumayı esas aldı. Evde de, hizmet ortamında da aynıydı. Konuşurken sözünü sakınmaz, ama bunu kırmadan, yıkmadan yapardı. Fikrini açık söyler ama her zaman gayesi, “Hak yerini bulsun” olurdu. Hakikât söz konusu olduğunda, hiçbir yakınlık, hiçbir menfaat ve hiçbir alışkanlık onu susturamazdı. Bize de bunu miras bıraktı: Doğrulukla konuşmak, ama nezaketle davranmak. Yeni Asya ile olan bağı da bu şuurun bir tezahürüydü.
Yeni Asya'yı hürriyet kürsüsü olarak gördü
Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığı dönemde gazetenin çizgisine dair en küçük bir taviz vermemek için büyük bir hassasiyet taşırdı. Yeni Asya'yı bir yayın organından ziyade bir iman ve hürriyet kürsüsü, bir Risale-i Nur mektebi olarak görürdü. Onun için gazetenin varlığı, sadece bir basın faaliyeti değil; iman hakikâtlerinin hayata taşınması demekti.
Babamın hareketliliği, yalnızca fikirde değil; amelde de görülürdü. Yorulmak bilmez, bir işe inanmışsa sonuna kadar peşinden giderdi. Onca rahatsızlık ve ilâç kullanmasına rağmen, hizmetlere koşmaktan vazgeçmezdi. Bizim “Biraz dinlenmelisin” uyarılarımıza karşı “Ömrümün son deminde hizmetlerime karışmayın” derdi. Bu sözü hem azmini, hem teslimiyetini en güzel şekilde özetliyordu. O hâliyle bize, “Hizmette yorulmak yoktur” hakikâtini yaşayarak gösterdi.

Haksızlığa, adaletsizliğe karşı sessiz kalmazdı. Onun bu tavrı, bize hayatın en zor anlarında dik durmayı, korkuya teslim olmamayı öğretti. Biz, ondan öğrendik ki haklı olmak, bazen yalnız kalmak pahasına da olsa en büyük şereftir.
Mekânı cennet olsun
Evlât olarak bize onun bıraktığı en kıymetli miras, işte bu kararlı ve imanlı duruş oldu. O bize sadece bir soyadı değil; bir çizgi, bir yön, bir istikamet mirası bıraktı. Dünyalık başarıların gelip geçici olduğunu, asıl değerin Allah için yapılan işlerde olduğunu yaşayarak gösterdi. Babamızın hizmetle geçirdiği ömrü, bize hep şu hakikâti hatırlatır: Dava adamları ölmez. Onlar bu dünyadan ayrılırken ardında makam ya da servet değil; bir duruş, bir iman mirası bırakırlar. Rabbim, babamıza rahmet eylesin; mekânını Cennet, makamını âlî eylesin. Onun doğruluk, cesaret ve hizmet çizgisinde yürüyen bizlere de aynı sebatı, aynı ihlâsı nasip eylesin.