İnsanın kurtuluşu iyilik yapmakla birlikte kötülükten sakınmakla mümkündür. Bazı durumlarda kötülükten uzak durmak, iyilik yapmaktan, hatta imanı muhafaza etmekten bile önce gelir. Risale-i Nur bu hakikati şöyle ifade eder:
“Tahlîye, tathir etmek ve temizlemektir. [kalbi bâtıl inançlardan, kirli fikirlerden arındırılmasıdır]. Tahliye ise, tezyin etmek ve süslendirmek [iman, marifet ve güzel ahlâkla süslenme safhası] manasınadır. Bunlar birbiriyle arkadaş olup, burada olduğu gibi, daima birbirini takip ediyorlar. Onun için kalb, takvâ ile seyyiattan temizlenir temizlenmez, hemen onun ardında imanla tezyin edilmiş ve süslendirilmiştir.” (İşârâtü’l-İ’caz, s. 58.)
Bu tertip nefis terbiyesinde de geçerlidir. Dünya ve ahiret saadeti, nefsi dizginlemekle elde edilir. Çünkü: “Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.” (Sözler, s. 133.)
Şerri Öncelemek Neden Bu Kadar Önemli?
Peygamber Efendimiz (asm), ümmetinin zamanla fesada sürükleneceğini haber vermiştir. Bizler o ahirzamanın en dehşetli safhasında yaşıyoruz.
Bediüzzaman şöyle der:
“’Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler…’ (İbrahim 14/3) ayetini, ‘Bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslam’a da bilerek, severek tercih ettirdi.’” (Kastamonu, 68. mektup)
Sefahat cazibeli, tahribat hızlı, şüpheler istilacı bir hâl almıştır. Böyle bir zeminde, önce şerri def etmeden hayırlı netice beklemek beyhudedir. Zira:
“Helâl ile haram bir araya geldiğinde, haram galip gelir.”
Bu ölçü, hayrı elde etmekten önce şerri defetmenin gerekliliğini gösterir.
Takvâ: Asrımızda Birinci Vazife
Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:
“Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş[…] Bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var[...]Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor” (Kastamonu, 99. mektup)
Yani haramlardan kaçınmak, sadece pasif bir duruş değil, aktif bir ibadettir. Bu asırda bir haramı terk etmek, birçok sünnetin sevabına denk gelir. Takvâ, hem koruyucu bir kalkandır hem de amel-i sâlih hükmündedir.
Bediüzzaman’ın Hayatında Bu Kaidenin Yeri
Bu ölçü, sadece teorik değil, pratikte de yaşanmıştır. Bediüzzaman, görünürde fayda taşıyan, ancak içinde zarar ihtimali bulunan teklifleri reddetmiştir:
“Bir dirhem menfaat için bir batman zarar kabul edilmez.”
NAMAZ VE GÜNAH ARASINDAKİ DENGE
“Günahları terk edene kadar namaz kılmayayım” demek şeytanın sinsi tuzağıdır. Çünkü namaz, hangi günah işlenirse işlensin terk edilemez.
Kur’ân şöyle beyan eder:
“[...] namazı hakkıyla edâ et! Şübhesiz ki namaz, insanı çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyar...” (Ankebût 29:45)
Namaz, insanı manevî kirlerden temizleyen bir nur ve kötülüklere karşı bir kalkandır.
Netice: Def’-i Şer, Hayrın Anahtarıdır
Sonuç olarak, “def’-i şer, celb-i nef’a râcihtir” kaidesi; hem dünya hem ahiret saadeti için İlâhî bir ölçüdür. Zararı ortadan kaldırmadan kalıcı fayda elde edilemez. Bu çağda kurtuluşun yolu; bâtılı reddetmek, nefis ve şeytanın tuzaklarına karşı uyanık olmak ve kalbi takvâ ile temizlemektir.