Musalla taşı
“İnsan aslında kaldırılan her cenazede kendi kaderine ağlar. Bilir ki bu musalla taşında bir gün onun da sevenleri, yakınları toplaşacak, buluşacak ve onu gömdükten sonra yâd edecekler. Gömü işi yapıldığında orada duran tabutun, gömüldükten sonra mezarının varlığı, yaşayan kişinin yokluğunun altını kalın kalemlerle çizer. Bu yüzden her mezarlık ziyareti ayrı bir işkence ve yüzleşmedir ölümle. İnsan orada ayakta dikilirken en çok kendine ağlar. Ölümle her rastlaşma insana hayatın ne kadar anlamsız ve boş olduğunu düşündürür. Oysa hayat sonlu olduğu için yaşamaya değerdir. Sonu olan her şey muazzam ölçüde insanı çekebilecek güzelliktedir, yaşamın çekiciliği bundandır.”
Gizem Yılmazer
***
Edebiyatçılar Konuşuyor
Ölüm Risalesi
Damla damla oluşuyor hayat,
Ölüm kımıl kımıl,
Duymak kolay, Anlatmak değil.
Her an farkındayım,
Az az öldüğümün.
Bilincindeyim doğan ayın,
Eriyen karın akan suyun,
Ve usûl usûl tükenen zamanın.
Tekrarlayıp duruyor saat,
Vakitte mahlûktur.
İşliyor kalbim, eskiyor saçlarım,
Ve gözlerimin en ince hücreleri,
Okuyorum hayatı,
Toprağın üstünden çok,
Altındakilerle var olduğunu.
Toprak ölüme aç,
Ölüme muhtaç hayat.
Ölüm muhakkak, ve ölüm mutlak,
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün.
Ölümle tanıştıktan sonra anladım,
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın.
Mahlûkta devinen, gürül gürül bir ırmaktır ölüm,
Babalar ölür, dolaşır eli ölümün,
Saçlarında anaların oğulların.
Analar ölür, kök salar hasret yüreklere,
‘Bir evlât pir olsa da’, o zaman anlar ancak neymiş öksüzlük.
Oğullar ölür, bir kafes olur ölüm,
Ana kalbi bir kuştur, azad kabul etmez.
Sevgililer ölür, bir hicret olur ölüm bir sıla.
Sonra bir mezarlıkta, bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar, konuşur ölüm.
Erdem Beyazıt