Son yazımızda kötülüğe karşı durma bakımından “eliyle düzeltmek”, “diliyle düzeltmek” ve “o kötülüğü kalben kötülük olarak görmeye devam edebilmek” şeklinde sıralanan üç duruş basamağına atıf yaptık.
Ve en alt basamak olan “kalben buğz etme”nin “bilerek ve isteyerek susmak ve elle ya da dille müdahale edebilmek mümkün iken buğzla yetinmek” anlamına geldiği hallerde bunun bir “karşı duruş” değil bir tür “dilsiz şeytanlık” anlamına gelebileceğini yazdık.
Umduğumuzun üzerinde yorum ve eleştiri geldi. Konu mühim zira.
Bu sebeple bugün de bu yorum ve soruları değerlendirelim.
Öncelikle biz yazımızın sonuna “soru zor, cevabı bizce şimdilik şöyle … ne dersiniz” şüphe cümlelerini bu yüzden eklemiştik. İkazlar için Allah razı olsun.
* Şemsettin Bey şöyle diyor: “Elden kasıt öncelikle devlettir” demek yalın kalıyor. İcabında devlete yardımcı olmak ve hatta devlet çökmüşse yeniden ayağa kaldırmak için mazideki kuvâ-yı milliye gibi inisiyatifler almak mümkün ve gereklidir.
Cevabımız: Elbette bu meselenin çok yönü var. Biz sadece bir kısmını ve üstelik soru sorarak ve “aklınıza misafir” olarak yazdık. Ehli de gerisini “hüküm kurarak” yazsın.
* Ankara’dan Av. İbrahim Bey şöyle diyor: Üç basamak bildiren hadis-i şerif karşısında hadis olduğu kaynaklarda zikredilmeyen ve bir kelâm-ı kibar olarak bilinen bir sözü koyup da sadece susmayı şeytanlıkla özdeş görünce yanlış ve ağır bir mana verilmiş olmuyor mu?
Cevabımız: Cümlemiz aynen şöyleydi: “Haksızlık karşısında gereğini yapabilecekken konuşmakla yetinen, haksızlığa ortak olmuş olur. Konuşabilecekken susan ve kalbinden buğz etmekle yetinen ise dilsiz şeytan haline gelebilir.”
Sorudaki şekilde bakınca bu cümlelerdeki mana yanlış anlaşılabilir.
İtiraz haklı. Daha iyi ve daha doğru mana için şöyle dememiz gerekiyormuş: “Konuşabilecekken susmakla yetinen ve nefsini ve çevresini ‘ben de vazifemi kalbimden buğz etmekle yapıyorum’ diyerek avutan, ama bir yandan da aslında zalimin zulmüne bir sebeple ya da bir bahaneyle taraftar olan ise dilsiz şeytan haline gelmiş olabilir.”
* Ankara’dan Halil Samioğlu soruyor: Zalim zulmetmediğinde “iyi” olur mu? İyi olan zalim var mı? Zulme uğramayan mazlûm olur mu? Mazlûmiyet nereden gelir?
Cevabımız: Malûm, insanda potansiyel meleklik de şeytanlık da var. Yetişkin insanda ise “bazen o bazen bu” tecelli veya tesir ediyor.
Ancak bir kişi zulmü meslek haline getirmişse zulüm artık onun “eylemdeki ismi” olmaktan çıkıyor ve “onun sıfatı”na dönüşüyor.
Yani kişi “bir defa zulmeden” ve sonra tövbe eden biri değil de “sürekli zulmeden” ve tövbe etmeyen biri ise artık o kişi sadece “o olayda zulmeden/zalim” değil “sıfat sahibi” olarak “zalim”dir.
“İyi olan zalim” diye bir insan tipi olmaz. İnsan “bazı yönlerden iyi”, “bazı yönlerden kötü” olabilir ve olur.
“Zulmeden insan” ise meselâ tarihteki örneklerinden de görüyoruz ki bir yandan Müslüman olabilir ve bu sıfatı sebebiyle iyidir, ama zulmü ya da zalimliği sebebiyle de kötüdür.
Bediüzzaman’ın “hâkimiyetine müdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar, halife oldukları halde mâsum evlâtlarını katletmeleri” ve “insanın, cüz’î (küçük) ve zâhirî (görünüşte) ve muvakkat (geçici) bir hâkimiyeti için kardeşini ve evlâdını zâlimâne öldürmesi” cümleleri, adaletle hükmetmesi gereken halifenin bile zalimane işlerinin olabileceğini gösteriyor.
Mazlûm olmak kötü değildir, ama mazlûmiyete razı olmak da iyi değildir. Hatta nefsine zulmeden de bir mazlûm değil bir tür zalimdir.
Adalet, insan için, ne nefsine ve ne başkasına zulmetmemek ve zulme boyun eğmemektir.
Allah zulümden ve zalimden uzak eylesin.