“Turizm yalanından bahsediyorsunuz da turizmin kendisi gerçek midir ki” diye soracak olanlarla polemiğe girmeyeceğiz.
Turizmin bir “zarurî ihtiyaç” olmadığı açık. Bir istek karşılama biçimi.
Turizm’in “izm”i ve nasıl bir ideoloji barındırdığı gibi konuları da ehline havale edip müze meselesine bakalım.
Japonya seyahatimizde Fuji Dağı eteklerinde bir köyde “görülmeye değer” denilen bir mağaraya bir özel mülkten ve o özel mülkün sahibinin işlettiği gişeye para ödeyerek girmiştik ve şaşırmıştık. Sonradan buranın kamusal denetime tabi izinli/ruhsatlı bir işletme olduğunu öğrenince “yaparsa Japonlar yapar” demiştik.
Yine bir zamanlar Çanakkale Gelibolu’daki tarihî Yarımada’da da alandan toplanmış gibi görünen çeşitli eski silâhlardan ve askerî malzeme eskilerinden oluşan derme çatma bir “müze”ye para verip girmiş ve kandırıldığımızı anladıktan sonra “Bu nasıl müze?” deyip çıkmıştık.
Yakın zamanlarda, bir dostumuz, bir seyahatinde, internette “çikolata müzesi” adıyla bilinip bulunan bir işletmeye uğramış ve “müzelik çikolata”lardan satın almış.
Yağ müzesi, tuz müzesi, oyuncak müzesi vs. ile süren bu derbederlik “ayakkabı bağcığı” müzesine kadar gider.
Hepsinin ortak özelliği, güven verici bir isim olan “müze” ile başlayıp güven sömürüsü hissiyle sona ermesi.
“Müze” kamuya ait bir kavram ve dolayısıyla bir yönüyle devletin kontrolünde kullanılması gereken bir kavram.
Bu sebepledir ki müze kelimesinin bir işletmede kullanılması izne bağlı.
Bu sebeple hem Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve hem de Özel Müzeler Yönetmeliği bir yandan özel müze işletmeciliğini teşvik ediyor, öbür yandan da ruhsatlandırma ve denetim kuralları ile sınırlarını çizmeye çalışıyor.
Ancak “müze” kelimesinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni olmadan kullanılmasını suç sayan ve cezalandıran bir özel hüküm yok.
Hatta bu tür güven sömürücü işletmelerin kaymakamlıklarca ya da valiliklerce derhal kapatılmasını sağlayan bir kural dahi yok denilebilir.
Bu derbederliğin sonucu şu: Basit gibi görünen bir kural ihlali kamu düzenini ve kamu güvenini bozuyor. Güven sömürülüyor. Devlet seyrediyor.
Bakanlığın bu meseleyi görmezden gelmesi ve tedbir almaması kabul edilebilir bir durum değil.
Çözüm için bir örnek verelim: Bankacılık Kanunu, bankacılık ruhsatı almamış bir işletmenin “banka” kelimesini kendi faaliyetlerinde izinsiz kullanmasını suç sayıp cezalandırıyor.
Benzer bir kuralın müzecilik için de getirilmesi şart gibi görünüyor.
***
Bu vesileyle şunu da hatırlatalım: Müze, müzelik olan ve müzeye kaldırılması gereken eşya içindir.
Müzelik olmayan, yaşayan, canlı fikirler ve kitaplar ve onların manen hayattar müellifleri “müzelik şeyler” değildir. Onlara öyle muamele etmeye kalkmak tehlikeli bir vebaldir.
Emirdağ, Kastamonu, Isparta, vd. yerlerde birilerince Bediüzzaman adına açılan yarı kamusal mekânlar için “müze” ve sergilenen hatıra eşya için “müzelik” yakıştırması yapmak evvelâ o zatın ma-nevi şahsiyetine ve hatırasına hakarettir.
Hele dünyada dikili bir ağacının bulunmamasıyla iftihar eden bir zata atfen ve zuhulen “Bediüzzaman’ın arabası” ya da “Said Nursi’nin evi” gibi yakıştırmalar yapmak, dosdoğru bir hakikati eğriltip bükmektir. Zira o varlıklar da fani bir şahsa değil, bekaya mazhar bir şahs-ı maneviye aittir ve hayattardır.