Siyaseten, idareten ve ahlâken –maalesef- bozulduk. Bunu kabul etmeyen yok.
Hele, kendisini “din lehinde” konumlandıran kişiler arasında, “her şey güllük gülistanlık” ya da “her şey daha iyiye gidiyor” diyen, neredeyse kimse kalmadı.
Herkes “nasıl ve nereden başlamak lâzım” diye soruyor.
Bizce cevap bir sloganda gizli: “Konuşan Türkiye”.
Bunun için de aynen 12 Eylül 1980 sonrasındaki kasvetli havayı dağıtmak için yapıldığı gibi, Türkiye’yi tepeden tırnağa konuşturmak lâzım.
Bulunduğunuz her ortamda insanları konuşturmayı deneyin. Ürkek de olsa konuşmaya başladıklarını ve konuşunca rahatladıklarını göreceksiniz.
Bu yenilenme kapsamında, fikir hareketlerinin de silkinmesine ve yeniden şekillenmesine ihtiyaç var. Ama bilhassa hür fikirlere ve hür fikirlilere ihtiyaç var.
Liberal Düşünce Topluluğu (LDT) geçen Cumartesi günü Ankara’da bir otelde, tarihî bir hatıra olan “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”nin tanıtımı için bir sempozyum düzenledi.
Malûm, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki iki kutuplu dünyada, “iki arada bir derede” kalmak üzere idi. İşte bu dernek, Türkiye’nin bu kutuplardan biri olan “Hür Dünya” blokunda yer almasını ve bu blokun hürriyetçi fikirlerinden Türkiye’nin de faydalanmasını sağlamak için kurulmuş.
Kurucularından biri gazeteci Ahmet Emin Yalman. Diğeri ise Anayasa Hukuku Hocası Prof. Dr. Ali Fuad Başgil.
Dernek, bir süre sonra, bu ikilinin, aralarındaki siyasî ve fikrî imtizaçsızlığın da etkisiyle ayrı saflara düşmesi sonucunda dağılmış. Ama yine de bu süreçte “Hür Fikirler” adlı derginin 11 sayısını da çıkarabilmişler.
Liberte Yayınları geçen ay bu derginin bütün sayılarının bir kitap olarak tıpkıbasımını yapmış ve böylece adeta tarihi güncellemiş durumda.
1950’ye doğru, çok partili hayata geçiş sürecinde yaşanan fikrî çalkantılar ve verilen mücadelelerin bugüne ve geleceğe ışık tutacağı açık.
O dönemde Türkiye’yi demokrasiye Birleşmiş Milletler yönlendirmişti. 1945’te “ya demokrasiye geçer ve bizimle beraber olursunuz ya da Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikalarıyla tek başınıza mücadele edersiniz” denildiğinde, devlet ve iktidar, belki de kerhen, “Hür Dünya” blokunun yanında yer aldı.
İsmet İnönü’nün, o yıllarda demokrasiye geçiş kararının gerekçesini soran oğlu Erdal İnönü’ye “Dünyada diktatörlere ve ailesine neler yapıldığını görüyoruz, bizim sonumuzun da onlar gibi olmasını istemeyiz” dediği rivayet edilir.
Bize yeniden demokrasi ve yeniden Avrupa Birliği hedefi için yeniden bir hürriyet fikri ve hür fikirler alanı lâzım. Yönetenlerin diktatörleşmesini engellemek de bizim vazifemiz.
Yani bize yeniden “Konuşan Türkiye” lâzım.
Konuşan ve konuşturan siyaset, devletteki ve hukuktaki tıkanıklığı da açar. Bunun böyle olduğunu tam anlamak ve ümit elde etmek için 12 Eylül 1980 sonrasını ve bilhassa 1987 referandumu ile yasakların kaldırılmasından sonraki gelişmeleri hatırlayalım yeter.
“Konuşan Türkiye” için alan açmak siyasetçinin elinde. Şehrin “at meydanı”ndan da başlasa, netice alır. Yeter ki eli kadife eldivenli “demir-el” olsun ve çarığını sağlam bağlasın!