Zulmü, insan hakları ihlallerini birbirleriyle karşılaştırmak başlı başına zor ve yanlış yapıldığında kalp kırabilecek bir iştir.
Bir yanda Gazze’de bombalar altında ölen çocuklar, diğer yanda Sincan’da kamplara kapatılan, kimliği ve dini silinmeye çalışılan bir halk…
Bu acıları “ölçmek” mümkün olmadığı için aynı şekilde kıyaslamak da mümkün değil.
Fakat bu iki zulmün bazı nitelikleri ve onlara verilen tepkileri yan yana koyduğumuzda ve dikkatli bir açıdan analiz ettiğimizde uluslararası hukukun evrenselliğini ve AB’nin kendini tanımlama biçimini temelden sarsan sonuçlarla karşılaşıyoruz.
Sincan’da yaşananlar her ne kadar Çin tarafından sansüre maruz kalsa ve Çin’in ekonomik gücü yüzünden bazı devletlerce yeteri kadar konuşulmasa da bir sır değil. Toplama kampları, zorla çalıştırma, kısırlaştırmalar, sürekli gözetim…
AB buna karşı, son aylarda giderek azalsa ve ne kadar yetersiz olsa da, kınamalar yapıyor, bazı sembolik yaptırımlar uyguluyor. En azından “bu kabul edilemez” mesajını veriyor.
AB bu zulme bir politik veya maddi destek sağlamıyor, Çin devleti kendi imkânlarıyla bir halka sistemli şekilde zulmediyor.
Gazze’de durum farklı.
Burada sivil ölümler her gün ekranlarımıza düşüyor. Çocukların cansız bedenleri, yıkılan hastaneler, yakılan mülteci kampları… Hepsi gözlerimizin önünde, sanki bize özellikle bir mesaj veriyormuş gibi, yaşatılıyor.
Bu süreçte AB, İsrail’e hem diplomatik koruma sağlıyor hem de askerî iş birliğini sürdürüyor (zira Almanya, İsrail’in askerî teçhizat ithalatının yaklaşık yüzde 30’unu karşılıyor ve her fırsatta AB yaptırım önerilerinin önüne geçiyor). Üye ülkeler birbirine düşmüş durumda; kimi ateşkes ve yaptırım diyor, kimi şartsız destek veriyor. Ortaya çıkan tablo: zayıf, bölünmüş, ABD’ye bağımlı ve hepsinden kötüsü suç ortağı bir AB.
Sincan’da Uygurlar otoriter bir devletin baskısına uğruyor. Çin zaten demokrasi iddiasında değil. Ama Gazze’de, kendini “Ortadoğu’nun tek demokrasisi” diye pazarlayan ve AB tarafından da akla mugayir bir şekilde böyle tanımlanan bir devlet, yine AB’nin desteğiyle çocukları bombalıyor. Bu durumda AB’nin temel ve evrensel değerler merkezli politika söylemi tamamen çökmüş oluyor. İnsan hakları, herkes için geçerli bir garanti değil, siyasî çıkar uğruna askıya alınan bir pazarlık aracı hâline geliyor.
AB çaresiz değil, gücü var ama onu bu şekilde sarf etmeyi tercih ediyor.
Üstelik bu ikiyüzlülük sadece dış politikada değil, AB’nin kendi içindeki demokrasiyi de zedeliyor. 1945 sonrası “bir daha asla” diyerek kurulan bir birlik, bugün göz göre göre yaşanan soykırımı destekleyerek, kendi temellerini ve varoluş gayesini inkâr etmiş oluyor. Avrupa’da yaşayan vicdanlı insanlar; polis şiddeti, akademik camiadan dışlanma ve medya sansürü gibi anti-demokratik uygulamalara maruz bırakılıyor.
Böyle bir AB artık sadece dışarıda değil içeride de güven kaybediyor.
Evet, hem Gazze, hem Sincan büyük adaletsizliklerdir. Ama AB açısından Gazze daha sarsıcıdır. Çünkü sadece insan hayatlarını değil, AB’nin “evrensel değerler birliği” olma iddiasını da yerle bir etmektedir.
Zira irtidat, küfürden daha yıkıcıdır.