Bu konudaki son yazımızda AB’nin Gazze sınavı üzerinden kaybettiği meşruiyetten bahsetmiştik.
Yazımızdan kısa süre sonra AB, İsrail’e karşı yaptırım paketlerini görüşmeye başladı. Bunların hâlâ yeteri kadar etkili bulunmamasının en büyük sebebi Alman hükümeti. Onlar bu süreçte önerilen ciddi yaptırımlara “bunlar çok sert, gerek yok”, sembolik ama önemli yaptırımlara ise “bunlar zaten etkisiz, gerek yok” diyerek, yani işi sürüncemeye götürmekten başka “fayda” göstermiyor.
Başta sessiz bir gerginliğe sebep olsa da bu tarz yaklaşımlar artık bardağı taşırıyor.
İrlanda Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde bir konuşmada, çok sert bir şekilde, önceki yazımızda dile getirdiğimiz “Avrupa Birliği kendi değerleri üzerinden çok ağır bir sınav veriyor, sınıfta kalırsa bu birliğin ne anlamı kalacak?” çıkışımızı kendi sözleriyle dile getirdi ve:
“AB’nin güçlü üyeleri, zulüm altındaki çocukları sessizce izlerse, Birliğin yeniden gerçek bir birlik olması çok zor olur” dedi.
İspanya Cumhurbaşkanı Sanchez aylardır Avrupa’da, Filistin’de yaşananların soykırım olduğunu, Avrupalı devletlerin somut adımlarla bu zulmü durdurması gerektiğini vurguluyor. Son olarak İsrail’in spor ve sanat müsabakalarından çekilmesi gerektiğini, aksi takdirde İspanya’nın boykot yapacağını dile getirdi. Ayrıca İspanya, İsrailli firmalarla yaptığı savunma sanayi yatırımlarının önemli bir kısmını iptal etti (Ardından İspanya Kralı da bu söylemlere katıldı).
Gazze soykırımı Belçika için hâlâ siyaseten bölünmelere sebebiyet veren bir husus. Ama sivil toplumun, Gazze soykırımına karşı tavır almayan müzisyenleri sanat aktivitelerinden çıkarması ve gerekçelerini açıkça öne sürmesi dikkat çekiyor.
Hollanda, İzlanda, Slovenya gibi ülkelerin de henüz daha çok sivil toplumun etkin kademeleriyle sınırlı kalsa da sanat gibi mecralarda somut tepkiler verdiğini görüyoruz.
Sanat ve spor camiasından tepkiler hafife alınmamalı. Buralardan dışlanmanın zamanla ortaya çıkardığı baskı psikolojisi çok değerlidir, zulmün normalleştirilmesine engel olur. Verilen tepkilere bakılırsa da zalimler son derece rahatsız olmuş görünüyor.
Hükûmetler açısından bakıldığında İspanya, Norveç ve İrlanda kadar (tanımalar dışında) somut adım atan henüz yok. Ama gidişat belli. Avrupa ülkelerinin değişen demografik yapılarında genç Avrupalıların bu konudaki tavırları kaçınılmaz değişimlere işaret ediyor. Aynı durum ABD için de geçerli.
Bunun açık bir şekilde farkında olan Netanyahu liderliğindeki İsrail, henüz devletlerin desteği sürerken birçok emeline erişmek için aceleci ve vahşî adımlar atıyor. Etraflarındaki küçük devletleri parçalayarak direnme gücü olmayan devletçikler olarak bırakmak, Türkiye, İran ve Mısır gibi büyük nüfuslu devletleri ise orantısız ve öngörülemez tehditlerle sindirmek istiyor.
Son derece tehlikeli bir döneme giriliyor. “Zalimin zulmü son günlerinde giderek artar” prensibi doğrultusunda hazırlıklı olmak gerekir. Ama umutsuzluğa kapılmaya da gerek yok. Yukarıda kısaca söz ettiğimiz tepkilerin daha fazlası yolda. Bu yazı çıkana kadar bile yazamadığımız yenileri eklenecektir.
AB kendi halklarının demokratik iradesini bu açıdan henüz tam olarak temsil edememekte. Gelecek dönemde bunun değişeceğinin işaretlerini görüyoruz.
Önceliğimiz zulmün sona ermesi. Ancak bundan sonra; yetersiz veya geç tepki veren veya hiç tepki vermeyen muktedirlerin; hukuk ve vicdan karşısında, inşallah bu dünyada da hesap vermesi için çabalayacağız.