Öncelikle: Türkiye, iktidar yanlısı medyanın söylediği kadar güçlü bir ülke değildir. Türkiye, muhalif medyanın söylediği kadar da güçlü bir ülke değildir.
Ne demek istiyoruz?
Trump–Erdoğan görüşmeleri gerçekten doğuracağı somut etkiler açısından önem taşıyor. Ancak bunlara bakarken ne “tek hamlede bütün sorunları çözeriz” iyimserliği, ne de “rest çekelim, masaya yumruğu vuralım” romantizmi bize sağlıklı bir bakış açısı verir. Gerçekçi bir çerçeveye ihtiyaç var.
İktidar yanlısı medyanın sık işlediği “Türkiye artık kimseye muhtaç değil” söylemi belli ölçüde özgüven üretse de gerçeği yansıtmıyor. Evet, savunma sanayisinde önemli adımlar atıldı, özellikle SİHA’lar ve bazı özgün projeler dünya çapında dikkat çekti. Ancak kritik teknoloji, yazılım, motor üretimi ve finansman konularında dışa bağımlılık hâlâ belirgin. Bunun en somut örneği, Türkiye’nin proje ortağı olduğu halde S-400 krizi sebebiyle çıkarıldığı F-35 programı. Parasını ödediği halde uçakları alamayan, buna karşılık filosu yaşlanan bir Türkiye tablosu ortada. F-16 modernizasyonu bile ABD Senatosunun siyasî dengelerine bağlı durumda (sanırım bu hususun neden çok önemli olduğu son aylarda anlaşılmıştır, bu hususta Türkiye’nin önündeki en büyük engel ise senatodaki İsrail lobisi) Ayrıca ABD’nin küresel finans sistemi üzerindeki hâkimiyeti ve yaptırım gücü, tek başına oyun kurucu olmaya çalışan ülkeleri ciddi biçimde zorlayabiliyor.
Muhalif medyanın yaklaşımı ise genellikle “masaya yumruğunu vur, Trump’a haddini bildir” gibi çıkışlara odaklanıyor. Trump’ın kaba üslubundan kesitler paylaşarak “Türkiye küçük düştü” yorumları yapılıyor. Bu talepler ve yorumlar naif ve gerçek dışı. Dünyada hiçbir ülke, maalesef, ABD ile ilişkilerde tamamen restleşmeyi göze alamıyor.
İki örnekle konuyu açıklayalım: Türkiye enerji bakımından büyük ölçüde dışa bağımlı. Oysa Venezuela dünyanın en zengin enerji rezervlerinden birine sahip. Buna rağmen tek başına direnmeye kalktığında ABD yaptırımlarıyla boğuldu, ekonomisi çöktü, siyaseti felç oldu. İran da yıllardır yaptırımlar ve baskılar altında, uluslararası alanda dışlanmış durumda. Buna rağmen diplomasi kanallarını asla kapatmadı. ABD ile görüşmeler çoğu kez İsrail’in baskısıyla raydan çıktı, ama İran hiçbir zaman masayı kendi elleriyle devirmedi. Çünkü biliyor ki böyle bir restleşmenin maliyeti çok daha ağır olur.
Ne tam bağımsız bir güç olarak herkese meydan okuyabiliriz, ne de tamamen çaresiziz.
Sonuç olarak, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini değerlendirirken beklentilerimiz, eleştirilerimiz, övgülerimiz ve gelecek tahayyüllerimiz bu çerçeveyi anlarsak isabetli olur. Abartılı özgüven de, absürt restleşme beklentileri de sağlıklı analiz üretmez, iç siyasette laf kalabalığı olur.