Of! Ne fırtınaymış. Savrulan savrulana. Her fırtına gibi bu fırtına da elbet bir gün bitecektir.
Geriye kalan, enkaz ile sağlamlar olacak. Hepimizin malûmu ki, enkaz çöpe sağlamlar yerlerine... Şimdi karar zamanı: Enkaz mı, yoksa sağlam mı efdaldir?
Evet, ülkemiz, bahusus Nur talebeleri en büyük imtihalarından birisini daha veriyor. Nereye gitsek, kiminle konuşsak, herkesin ağzında sakız olmuş iki-üç lâf:
“Aman! Aman konuşma! Deli misin? Sus!”
Heyhat! Karşında büyük bir yangın var! Alevleri göklere yükselmiş! Bakmamak elde mi… Hele hele susmak insan olan insanın işi mi (!) Üstad Hazretleri’nin ifadesiyle, “Fena ve adi bir adamın güzel ve baki bir sözü var”.. İşte o nevden bir söz, bana-sana-bize: “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlıklara!”1
Bizim mihenk taşımız Kur’ân-ı Kerîm’den süzülmüş ve onun manevî bir tefsiri olan Risale-i Nur’dur! Elimizdekileri vururuz üstüne… bakarız kırıldı mı, kırılmadı mı diye. Evet, Üstadımız Bediüzzaman dindar bir Cumhuriyetçiyim diyor. Hakikî şeriattan yana olduğunu açıkça ilân ediyor. Tam bir hürriyet âşığı! Hakk’ın hatırını âlî tutuyor. Hatırla ey kardeş, Firavun’un halkı Musa’ya ne cevap vermişti: “Dediklerin doğrudur ey Musa, ama karnımızı Firavun doyuruyor.” Peki kendi zamanının firavunlarına Bediüzzaman, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” dememiş miydi! Musa’nın halkı gibi ekmeğe mi tama etmişti? Ya da korkarak sesi mi kısılmıştı? Bu hakikatleri derken, korkmadan, kısık sesle değil, en gür sesle söylememiş miydi! Aklından zoru neydi? Deli miydi? Kimilerine göre evet, deliydi! “Deli bu” deyip tımarhaneye de atılmamış değildi. Ey kardeş ve arkadaş! Asrın adamından bahsediyoruz, ahirzaman müceddidinden! “Hakk’ın hatırını âlî” tuttuğu için deli damgası yemiş. Memleket mapushaneleri ona bir mesken haline getirilmişti. Varsınlar sana da bana da deli deyiversinler, zararı var mı? Akıllı olduğu aşikâr olan adamı tımarhaneye atarsan deli olmaz, ancak atanların “deli” olduğu veya “zalim” olduğu tescillenir! Fena mı?
Unutma! Biz, Divan-ı Harb’de mahkeme reisinin, aklınca “korkutarak hizaya getirmek” maksadıyla avluda dar ağaçlarında idam edilenleri gösterdiği Bediüzzaman’ın, dudağının kenarını kıvırıp alaycı bir tebessümle ayağa kalkarak o şiddetli tehdite karşı alay ederek, “Beni ölümle mi tehdit ediyorsunuz, beni bununla mı korkutacaksınız! Ben ölümden korkmam! Başka bir şey bulunuz!” diyerek mahkeme reisinin ve hazır bulunanların bu büyük tehdidine aldırış etmeyen ve öylesine bir tehdidin ardından suçsuzluğu ispatlanınca beraat etmesine karşın “bir an evvel buradan sessizce gideyim” derdine düşmeyip, dar ağaçlarının yanında durup, sallanan masumlara bakıp sağ yumruğunu kaldırarak “Zalimler için yaşasın Cehennem!.. Zalimler için yaşasın Cehennem!” diye bağıra bağıra, ardında yüzlerce hakperestle birlikte Sirkeci’ye kadar yürümüş ve o zalimleri bir nevî müsbet bir şekilde yüksek sesle protesto etmiş bir Üstadın talebeleriyiz. Bize onun gibi olmak yakışır. Sakın sesini kısma ve korkma!
‘Adalet-i mahza’yı emreden Allah’tan korkmayıp da o emri çiğneyen zihniyetten mi korkmalı? O halde Nur’un kumandanı olan Zübeyir Gündüzalp gibi Risale-i Nur lisanıyla ben de derim, hiç de çekinmem:
“Onlar iyi bilsinler ve titresinler ki, gürültüye pabuç bırakmıyoruz. Zira Risale-i Nur eserlerinde hak ve hakikatı görmüş, öğrenmiş ve inanmışız. Türk gençliği uyumuyor... Dindar, cengâver Türk milleti ve imanlı, cesur Türk gençliği korkmaz.”2
Dipnotlar: 1. Nazım Hikmet.; 2. Şuâlar, 14. Şuâ