Geçen pazar sabahı oldukça neşeli başladı.
Kızlarım mükemmel bir kahvaltı sofrası hazırlamışlardı ve ailecek uzun bir kahvaltı yaptık. İki kızım, bir oğlum var. Kızların biri on dokuz, diğeri yirmi yaşında, oğlum on altı yaşında. Bizim için pazar sabah kahvaltıları çok özeldir. Kahvaltıdan sonra gazetemi alıp köşeme çekildim, küçük kızım pazar kahvemi de getirdi, bundan iyisi can sağlığı. Öyle neşeliyim ki, neşeli olunca bazen saçma sapan işler bile yaparım. Saate baktım on civarı.
“Çocuklar hadi hazırlanın bayram için alış verişe çıkalım” bile dedim. Bir anda kızlarım boynuma sarıldı, öpücüğe boğdular. Gerçi hanım sağ olsun; “Gerek yok biz kızlarla çıkarız” dediyse de... Hep beraber hazırlandık, daha doğrusu kızlar ve hanım hazırlandı, biz oğlumla beş dakika içinde hazırdık. Saat on iki otuz civarı yola koyulduk. Ankara’nın büyük ve meşhur bir alışveriş merkezine ulaştık. Park edecek yer yok, birkaç tur attıktan sonra zar zor arabayı bir köşeye park edip, alışveriş merkezinin kapısına doğru yöneldik.
Biz girerken adamın biri hanımıyla dışarı çıkıyordu, bana acıyarak baktı ve başını sağa sola salladı. Ben mi yanlış anladım acaba, çözemedim…
Bu yere birçok defa gelmiştim, fakat koridorda her mağazanın önündeki oturma banklarının ne işe yaradığını anlamamıştım. Banklar tamamen doluydu, mağazalar da öyle... Mağazalarda bayanlar, banklarda erkekler... Erkekler melül melül içerdeki eşlerine bakıyorlardı. Hani kurbanlığımı almamış olsaydım bunlardan çok iyi kurbanlık olurdu! Arada sırada birisi içeriye giriyor, kasaya yaklaşıyor cebinden kredi kartını çıkartıyor cırt, cırt… Elinde bir paketle dışarıya çıkıyor. Çıkış kapısına doğru yürüyenlerin yüzleri birden bire mutlulukla kaplanıyor.
“Ay abla o çok demode…”
“Bu çok iddialı.”
“Yeşili cırtlak.”
“Saçına uymadı.”
“Çok kısa.”
“Rüküş.”
“Baba sen ne dersin?” Arada sırada bana da sağ olsunlar soruyorlardı. Saatime baktım, bu merkeze gireli yaklaşık üç saat olmuştu. Bu arada ben oğluma bayramlık pantolon ve gömleği almıştım. Ama kızlar ve hanım daha toka bile alamadılar. Aralarında tartışıyorlar. Sonuç yok. Anladım ki girişte karşılaştığım adam gerçekten bana acıyarak bakmıştı, ben yanlış anlamamıştım.
“Ablaaaa, bu sana çok yakıştı, hani bir çantan var ya… Babam almıştı.”
“Hani iki sene evvel doğum gününde aldığı çanta.”
Ben burada koptum.
Hanımın koluna girdim köşeye çektim cebimden kredi kartını çıkardım, “Hanım bu kartım, şifresi de şu... Biz arabadayız, hiç acele etmeyin ne zaman işiniz biterse gelin” deyip oğlumla arabaya gittik. Ön koltukları yatırıp vurduk kafayı uyuduk…
Cama vuran sert bir cisim bizi uyandırdı. Hava kararmıştı ve saat dokuzu gösteriyordu. Hanım ve kızların elleri paket doluydu.
“Arabanın yerini niye değiştirdin zor bulduk” dedi hanım. “Niye değiştireyim burada sizi bekliyoruz.” dedim.
“Şu karşıya park etmedin mi sen?”
Lafı uzatmadan paketleri arabaya attım. Bu kredi kartı ekstrası gelince kalp krizi geçirmem inşaallah diyerek arabayı çalıştırdım.
“Eeeee alabildiniz mi bari bir şeyler.”
“Yok hayatım yok hiçbir şey yok, yarın kızlarla Kızılay’a bakacağız.”
“O paketler neydi peki?”
“Ivır zıvır baba…”
Not: Bu hafta eskilerden
bir hikâye ile birlikteyiz. Kurban
Bayramınızı tebrik ediyorum.”