Vicdanları dağdar eden hukuksuzlukların son örneği kanser hastası Ayşe Özdoğan’ın tutuklanması. Buna da, önceki yüz binlerin mağduriyetine de dindarların tepkisi ne oldu?
Halbuki, “İnsan, medeni-i bittab olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramaya mükellef”tir… (Bediüzzaman, Münâzarât, s. 137)
Bu vesileyle hatırlatalım: Toplam 4.5 yıl hapis yatan Ahmet Altan’ın vicdanlı dik duruşu üzerinde pek durulmadı. Oysa, dindarlar dahil, herkese önemli mesajlar vermişti:
“Hep korkmayan adamlar olsun istiyorsunuz, e sen de korkma! Neden korkuyorsun? Girdim yattım çıktım, bir daha girerim. Silivri soğuk değil, o kadar korkulacak bir yer de değil.”
“Zulme uğrayan insanlara kaleminle yardım mı edeceksin, arkanı dönüp romanlarını mı yazacaksın?
“Türkiye gibi ülkelerde yazarların önünde iki önemli soru ve bir çelişki var: Senin elinde bir kalemin var, sesini çıkarma imkânın var. Ve insan acı çekiyor. İnsanlar işkence görüyor, aç kalıyor, sokaklarda öldürülüyor, zulme uğruyor, haksız yere hapse konuyor, sen bu kalemle bu insanlara yardım etmeye çalışacak mısın? Sen eğer bunları yaparsan zamanından ve belki hayatından bir şeyler kaybedeceksin. Yoksa sen ‘bunlar hayatın geçici kısmı, kalıcı olan edebiyattır’ deyip, bütün bunlara arkanı dönüp, edebiyatla ilgilenip sadece romanlarını denemelerini mi yazacaksın? Bu ciddî bir soru. İkinci ciddî soru benim için, bir yazar bunlardan hangisini tercih etmeli? Genellikle toplum birincisini tercih etmen gerektiğini söylüyor ve diyor ki ‘sen bu kalemi senin çağında yaşayan ve zulme uğrayan insanlar için kullanmalısın.’ Bu mantıklı bir talep, vicdanlı bir talep. Ama başka bir şey daha var:
O zaman mesleğini yapamıyorsun.” (https://t24.com.tr/haber/ahmet-altan-silivri-soguk-degil-o-kadar-cok-korkulacak-bir-yer-de-degil,977636)
“Hapishanede… birlikte kaldığımız çocuklar dindar…” demişti. “Onun da, dindar çocukların da bir suçu yok, niye hapisteler?” diye sorgulamayacak mısınız?
“Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.” (Bediüzzaman, Mektubat, s. 254)
Şimdi gelelim dindar iktidar ve muhiplerine: Altan, dindarlar için “semavata işittirecek derecede bağırıyor” ya siz?