“Namaz kılın, harama bakmayın, oruç tutun, faiz yemeyin, gıybet etmeyin, içki içmeyin, israf etmeyin…”
Çoğunluk dinliyor mu? Dinlemiyor! Dinlemiyorsa da onlar anlatmaya devam edeceklerdir. “Madem cemaat bizi dinlemiyor, öyle ise anlatmayalım!” veya “Biz de müsriflere, faizcilere iltihak edelim!” diyebilirler mi? Diyemezler. Onlar anlatmaya devam edeceklerdir!
Doktorlar hastalara, “Perhiz yapın, sağlık kurallarına dikkat edin; önemli olan hastalığa yakalanmamak, mikroplardan uzak kalmaktır; günde en az yarım saat yürüyüş yapın, sigara içmeyin, hastalandığınızda da şu, şu tedavileri yaptırın!” diye tavsiye ederler.
Hastalar dinlemezse de onlar anlatmaya, tedaviye, reçete yazmaya devam edeceklerdir. “Madem bizi dinlemiyorlar, biz de anlatmıyoruz; hatta sağlık kurallarını terk ediyoruz.
Biz de asrın vaizi, tabibi Bediüzzaman’ın Kur’ânî ve Nebevî içtimaî, siyasî ölçülerini anlamaya, anlatmaya, yaşamaya, uymaya devam etmeliyiz! Kalabalıklara ittiba edemeyiz! Değil mi?
Bizim işimiz anlatmaktır, sonuç almak değil. Bizim vazifemiz tebliğdir, kabul ettirmek değil.
Kâinat Sahibi ve Mutasarrıfının peygamberlere verdiği emir, “yalnızca tebliğdir”, kabul ettirmek, hidayete erdirmek değildir. Allah’ın peygamberlere vermediği imtiyazı, yetkiyi biz kendimizde vehmedemeyiz!
Biz işimizi yapalım, zira, işimizi yapıp yapmamakla imtihandayız, sonuç - alıp - almamakla değil.) Herşeyin bir vakt-i merhunu vardır.
Müceddidî içtimaî, siyasî ölçü, prensip ve stratejilere mi uyacağız; nefsimize mi, “yalancı, gaddar, zalim, menfaat üzerine dönen canavar siyaseti” uygulayanlara mı destek verip - vermemekle imtihandayız!