Bu satırlar, Bediüzzaman’ın “Ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum”1 cümlesinden hareketle, kör nefsime hitaptır.
Çoğu zaman hissiyatımız, -hatâen / kazaen- bir takım melekelerimizin; dinî ve örfî ölçülerimizin önüne geçebiliyor. İşte bu da, âdemin, beşeriyet ciheti!
İnsan, kanatlarını bir parça yere serebilmesini bilse ya da bunu göze alabilse, şu dünyada, hallolmadık zorluk yok.
Marifet, bu kıvama gelebilmek; dizginleri, enelere vermemek.
“Mü’minler ancak kardeştirler” ayetini her vesileyle tekrar eder; sözümüzü teyid için, ondan medet umarız.
Hani, mü’min mü’minin kardeşidir ya; bunun için şunu şöyle, bunu böyle yapmak veyahut yapmamak lâzım der dururuz.
Bu ayetin devamına ise pek temas etmeyiz.
Tıpkı, “Lâ takrabus salâte”2 deyip de, “ ve entüm sükârâ”sını pas geçen, bilmezden gelen Bektaşi gibi…
Cenab-ı Hak, Kitabında, “İnnemel mu’minûne ıhvetün” diyor, ama bundan sonra da, devamla, “Fe eslihû beyne ehaveyküm” buyuruyor.
Yani, (Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin) emrediliyor.
Ara, nasıl düzeltilir?
Ya, var olan bir problemin halliyle ya da ilişkilerin “muhabbet fedailiği”ne yaraşan bir biçimde yönetilmesiyle.
Burada esas olan, kardeşlerin arasının düzgün olması!
Bu da, her birinin, birbirine şefkatle, muhabbetle, merhametle bakması ve kusuruna, afüvkârâne yaklaşmasıyla mümkün olur.
Demek ki, gönlü zengin bir mü’mine, bâhusus Nur Talebesine düşen, Mevlanâ’nın tabiriyle, “tevazu ve mahviyette toprak gibi” olmaktır.
Kusur, bataklığa benzer. Kusura baktıkça, batılır; baktıkça, batılır.
Batmamanın tek çaresi, küçük-büyük, kusurlara bakmamak!
Naklettiğimiz âyet-i kerîmenin sonunda, emri tekîd mesâbesinde, “Allah’tan korkun ki esirgenesiniz”3 buyruluyor.
Âmennâ ve saddaknâ.
Dipnotlar:
1- Said Nursî, Sözler, 17., 2- Nisâ Suresi, 43., 3- Hucurât Suresi, 10.