"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dostluk ve kardeşlik

Ali SİNOĞLU
18 Temmuz 2012, Çarşamba
İnsan, sosyal bir varlık olduğundan, hayatını devam ettirebilmesi için diğer insanlara muhtaç olması İlâhî bir kanundur. Bu yüzden, her insan, hayat yolculuğunda önüne çıkması muhtemel maddî ve manevî engelleri aşabilmesi için başkalarına ihtiyaç duyar. Yüce Allah biz insanları bu şekilde yaratmıştır. Bu insanlar içinde öyleleri vardır ki, onlara karşı kendimizi daha yakın hissederiz. Çünkü onlar bizim dost ve kardeşlerimizdir. Ne zaman başımız sıkışsa, o gerçek dost ve kardeşlerimiz Hz. Hızır Aleyhisselâm gibi imdadımıza koşarak yardım ederler.
Dost “sevilen kimse, sevgili, yâr” mânâlarında Farsça bir kelime olup, “sadakat, uhuvvet, sohbet” gibi kelimelerle çokça alâkalıdır. Dostluk, insanlar arasında sevgi ve samimiyete dayalı engin bir bağlılıktır. Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda “Mü’min erkekler ve mü’min hanımlar birbirlerinin dostudurlar” buyuran Rabbimiz, dostluğun, bütün mü’minlerin bir vasfı olduğunu veya olması gerektiğini ifade eder. Çünkü bütün mü’minler esasen kardeştirler. Bizim için ideal dost, Rabbimiz başta olmak üzere Efendimiz’in (asm) de razı olduğu dostlardır. O yüzden dost seçerken, dikkat etmeliyiz. Nitekim bunu bizden bizzat Yüce Rabbimiz istiyor: “Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve dürüst insanlarla beraber olun.”
Evet dostlarımız hayırlı insanlar olmalı ve mü’minin bir kardeşiyle dostluğu “rıza” eksenli olmalıdır. Yani o, Allah’tan dolayı kardeşini sever ve onunla dost olur. Nitekim, Allah için yapılan samimî dostluklar ebede kadar devam ederken, temelinde menfaat yatan dostluklar daha dünyada iken bitebilmektedir. Birbirini Allah için sevip dost olmak hiçbir zaman menfaate bağlı olamaz.
Evet mü’min Allah için dostluk kurmalı ve dostu onu Allah’a götürmelidir. Allah’a götüren dost, elbette hayırlı bir dosttur. “İnsan, arkadaşının dini üzeredir” buyuran Efendimiz (asm), dost ve arkadaş seçiminde de alabildiğine dikkatli olmamızı ister. Çünkü iyi dost insanı cennete, kötü dost ise uçurumlara götürür. Dostlarımız bizim dünya ve ahiret sermayelerimiz olduklarından, onlar bize hem dünya, hem de ahiret saadeti kazandıran önemli kıymetlerimizdirler.
Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak, “mü’minlerin velisi, yardımcısı ve dostu” olduğunu anlatır. Şöyle bir soru aklımıza gelebilir. Peki bu dostluk bütün mü’minleri içine alır mı? Yoksa bir takım vasıflara sahip mü’minler mi Allah’ın dostudur? Evet can dostlar, Allah, kendisine hakkıyla iman ettikten sonra kendisinin razı olacağı salih amelleri işleyen kullarını dost edinir. Bu arada hepinizin dikkatini bir yöne çekmek istiyorum. Allah’ın bizim “dostumuz, velimiz ve yardımcımız” olduğunun ne kadar farkındayız? Bundan daha büyük bir şeref, bir paye olamayacağını idrak edebiliyor muyuz? Bunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız ki; Allah salih kimselerin, Kendisine karşı kulluk ve sorumluluk bilinci duyan, O’ndan hakkıyla korkup sakınan takva sahibi kullarının dostudur, velisidir. Bu yüzden gerçek dost, Allah’tır ve insanlar Allah’tan başka mutlak velî/dost ve yardımcı bulamazlar.
Yukarıda Rabbimizin salih amel işleyen mü’minleri dost edineceğini ifade ettik. Peki bu salih ameller nelerdir? Cenâb-ı Hak bu sorunun cevabını bize şöyle verir: “Müslüman olmak, Allah’a ve Peygamberine İslâm’ın istediği şekilde inanmak, namaz kılmak, zekât vermek, yaptıklarının hesabını verecek şekilde ihsan sahibi olmak.” İnsan dost olabilmeyi bilmelidir ki, dost olmasını da bilsin. Hiç kendinize sordunuz mu, gerçekten iyi bir dost muyum? Veya soruyu değiştirerek şöyle soralım: İyi bir dost olmak için neler yapmalıyım? İyi bir dost olabilmemiz için birinci önceliğimiz, dost ve kardeşlerimizi lüzumsuz yere haksız tenkit etmekten ve onlara kırıcı sözler sarfetmekten şiddetle kaçınmamız gerekir. Çünkü yersiz tenkitler dost ve kardeşler arasındaki muhabbeti, sevgi ve saygıyı zedeleyerek aralarında müthiş bir soğukluğa yol açar. Ünlü devlet adamı ve düşünür Benjamin Franklin, insanî ilişkilerdeki başarısının sırrını şöyle anlatır: “Her değersiz adam, durmadan tenkit eder, durmadan şikâyet eder ve durmadan suçlar. Ben hiç kimsenin kusurundan, kötülüğünden bahsetmedim. Herkesin iyi tarafları vardır ve ben hep o iyi taraflarını anlattım. Benim başarımın en büyük sırrı budur.” Bir batılı düşünür bunu hayatına tatbik edebiliyorsa, başarılarını buna bağlayabiliyorsa, bizim buna bakıp gerçekten dersler çıkarmamız gerekmiyor mu? Bediüzzaman Hazretleri bu tür hastalıkları teşhis eden ve tedavi yollarını gösteren nadir İslâm âlimlerinden biridir. O, İhlâs Risalesi’nde bu konuyu şöyle nazarlarımıza sunar: “Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize, şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şakirane iftihar etmektir.” Aman Ya Rabbim, bundan daha muazzam bir ölçü olabilir mi? Bu ölçüleri kendisine rehber kılan insanların dost ve kardeşlerine olumsuz bir tavır takınması asla söz konusu olamaz.
Dost ve kardeşlerimizi, güzel bir iş yaptıklarında takdir etmek, iltifatta bulunmak kadar güzel bir şey tasavvur edilebilir mi? İnsan, ihsanın kulu olduğundan, takdir edilmekten ve iltifattan hoşlanır. Bu yüzden insan, kendisine ilgi alâka gösterip takdir eden insana karşı ister istemez yakınlaşır ve onunla dostluk kurmak ister. Ve bu vesile ile de kendisine olan güveni artarak daha iyi bir insan olmaya gayret eder. Evet iyi bir dost, kırıcı olmayan, takdir edici, mütebessim, paylaşımcı, fedakâr, güvenilir, bağışlayıcı, cömert ve kusurları örtücü olmalıdır. Hepimiz hata yapabiliriz, önemli olan hata ve kusurları affedebilmektir. Rabbimiz, sevdiği kullarının güzel ahlâklarını anlattığı bir âyette şöyle buyurur: “O takva sahipleri ki, öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, iyilik edenleri sever.”
Bizler, Yunus Emre’nin yaklaşımıyla, dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönül kırana karşı gönülsüz olmakla vazifeliyiz. Gerçek dostluk ve kardeşlik, dost ve kardeşlerin dünyevî durumlarının parlak olmadığı günlerde dahi, onlarla münasebetini devam ettirdiği nispette belli olur. Kötü günlerde ve tehlike ânında, dostlarının yanında bulunmayan birinin, dostlukla alâkası yoktur. Bu yüzden dostluk, her şeyden evvel bir gönül işidir. Dostlarının ağlamasıyla ağlayamayan ve onların gülmesiyle gülemeyen vefalı dost sayılamaz.
Mutlak dostumuz olan Rabbimize karşı dostluk bağlarımızı pekiştirerek gerçek dostlardan olmamız duâsıyla.
Okunma Sayısı: 2082
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • bsndhdjdjdjd

    19.10.2015 19:34:49

    Süper

  • bsndhdjdjdjd

    19.10.2015 19:34:16

    Çok güzel

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı