Saltanat, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi, Bediüzzaman, siyasi tarihimizin dört devresini yaşamış bir mütefekkir ve aksiyon adamıdır.
Her bir devresinde Kur’ân’ın prensiplerine dayanarak tavizsiz bir duruş sergileyen Bediüzzaman, meşrutiyeti demokrasi manasında uygulayarak kendisini ispatlamıştır.
O, fikir ve düşüncelerinin sağlamlığından çok emin bir mütefekkirdir. “Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.”Diyor. Çünkü fikirlerini dayandırdığı ölçü ve prensiplerin kaynağı, zaman ihtiyarladıkça mesajları gençleşen ve tazelenen hayat rehberimiz Kur’ân-ı Kerim’deki ölçülerdir.
Bediüzzaman’ın muasırlarından farkı, bu prensipleri, donuk ve hayattan kopuk bir anlayışla değil, öze sımsıkı bağlı, ama çok dinamik bir yaklaşımla yorumlamış olmasıdır. Üstad meşrutiyeti , şer’i delillerle savunmuş tek adam diktatörlüğünü ve istibdadı reddetmiş, özgürlüğün önemini ve değerini vurgulamıştır.
İşlerin meşveretle ve şûra yolu ile yürüyebileceği belirterek meclisin önemini vurgulamıştır. Sosyal tespitlerini, özünde taviz vermeden, yeni ihtiyaçlarımıza göre güncellemekten hiçbir zaman geri durmamıştır. Meşrutiyet için yaptığı tariflerin, demokratikleşme sürecimizin sonraki aşamaları olan Cumhuriyet ve Demokrasi için de kullanmak mümkündür.Bunları yaparken Üstad, sim ve görüntüye değil, öze ve mahiyete bakmıştır. Bunu, ‘’İstibdad ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım’’diyerek baskıcı rejimleri hiçbir zaman tasvip etmemiştir.
Günümüzün en geçerli idare şekli, Demokrasi ve cumhuriyettir. İstibdad, ne biçimde olursa olsun, isterse demokrasi ve cumhuriyet elbisesini giysin ona rastgelsek, biz de bir tokatımızı vurmalıyız.