"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Öğretmeni yenen “talebe!” - 2

Caner KUTLU
20 Nisan 2017, Perşembe
“Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” (Asa-yı Musa)

Bu soru ve cevap çok mühimdir. Bütün bir bilim felsefesini bunun üzerine kurabilirsiniz. 

Şerif Mardin’in şu belirlemesi de bir noktadan yakalamış: 

“Nurcu hareket bugünkü Türk vatandaşlarının doğuştan gelen hakları arasına tedricen katılan bazı reformları -örneğin genel ilköğretim gibi- toplumsal hayatın verileri olarak kabullenme durumunda kaldı. Nurcu hareketin 1950’den sonra yeni bir ivme kazanmasının sebebi, Panislamcı propagandanın modernleşmesi değil, Cumhuriyet Türkiye’sinin yeni kültürüne entegre edilmiş ve Türklerin nesilden nesile devrettikleri mirasın parçası haline gelmiş yeni malzeme ve fikirlerle çalışabilmesidir. “ 

“Çünki birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.” (Mektubat) Risale-i Nur müsbet hareketini hazır veriler üzerine doğru hükümler ile işleyerek tahkim eder.

Bir tarım kanalında bir çiftçi şöyle dedi: “Yabani otları yolup atarız, ama aslında onlar toprağın öz evlâdıdır. Sonra ektiklerimiz üveydir.”

Mardin’in: “imam öğretmeni yendi”nin bir yorumunda cami, imam ve esnafın aslında halkın kendisini temsil ettiği söylenmişti. İşte ispatı...

Yani “halk” tabiata büsbütün madde olarak bakmıyor... Ruh buluyor, içinde Yaratıcı’dan gelen bir bağ kuruyor. Bunu kuramadığınız sürece verdiğiniz felsefe kabul görmüyor. Anlaşılmıyor. Gerçek hayatta bir yer bulamıyor. Çiçekleriyle konuşan bir insana bunun tamamen unsurların bir birleşimi olduğunu nasıl anlatırsınız... Kendi ürettiği makineden bile ruh bekleyen, cevap isteyen bir insana, her şey maddeden ve unsurlardan tesadüf etmiş ve dağılıp gidecek şeylerdir, demek, ne kadar kabul bulacaktır. Ki zaten saçmalıktır. 

Öte yandan, “felsefe yapmak çorba yapmaya benzemez” diyerek, Ali K. Metin, Fikir Coğrafyası’nda başka bir yorum yapıyor: “... ‘Bilginin İslâmileştirilmesi’ tezlerinde olduğu gibi dili, yani epistemik yapıyı / temelleri bozarak, çarpıtarak, yerinden ederek  kendi ontolojik düzlemimize taşımakla bir düşünce sistematiği geliştirilemez. Evrensel bir dilin inşasından da söz edemeyiz. Bu minval çorbacılık, ne yazık ki bizdeki reaksiyoner, muhafazakâr tutumların bir göstergesi ve alışkanlığı belki de bir çaresizliği olageldi. Evrimi reddetmek için bilime türlü türlü kisveler giydirmeye çalışan bilhassa da birtakım Nurcu anlayışların yapageldikleri buydu: yani reaksiyoner yaklaşımlarla malûl bir eklektizm. Lâkin Nurculuk bu işin aslında avamî bir versiyonundan ibarettir. Akademiye doğru gidecek olduğumuzda orada bu işlerin daha sofistike uzantılarına şahit oluyoruz. Felsefenin yerinden edilip kelâmın sahasına / karakterine büründürülmesi -veya tersi-, felsefe dilinin yerine kelâm dilinin ikame edilmesi böyledir. Bununla beraber akademide belki o kadar da görülebilir düzeyde olmayan bu tür karıştırma veya eklektizmin başka tarz örnekleri, varoluşçuluk felsefeleri üzerinden felsefe çalışmaları ve disiplini içine boca edilebilmektedir... Bizim açımızdan felsefe, dinî ve kültürel sabiteleri esas alarak bakıldığında halen epistemik bir krizle baş etme mecburiyeti içindedir. Bu krizi kenara koyarak veya bypass ederek felsefeyi ontolojik alana taşımakla sadece meseleyi kamufle etmiş ve bastırmış oluruz.”

Bediüzzaman’ın şu ifadesini hatırlamak gerek: 

“Risale-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin mes’eleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler te’lif eyledim. Fakat ben, öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cem’iyetin iç hayatını, manevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki İslâm cem’iyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cem’iyet yoktur.” (Tarihçe-i Hayat)

Tabana yayılmış bir müsbet düşünce ve davranış pratiği... 

Mardin: “Köylü kesimin modern topluma uyarlanmasında Risalelerin rolüne değinmek” gereğini söylerken, tahlilleri içinde, elbette dinî ve imanî meseleler sosyolojinin kelimelerine sığışmayacağından, kısır kalıyordu. K. Metin’in kullanıldığını söylediği “Yeni bilim” ya da “Bilimin İslâmîleşmesi” gibi kelimeler de Nurların tarzını değil, ancak modern dildeki karşılığını ifade edebilir. 

Mardin’in de vurguladığı “dil din meselesidir”. O halde dili din için kullanırken sosyoloji ve psikolojinin aletlerini kullanmak Osmanlı müziğini notalara dökmek, Itrî saltanatlı tekbirini piyano ile çalmak gibidir. Metin’in denemesinde karşılaştığı felsefî (Nurcularla ilgili yaklaşımı özellikle) sorun da benzer biçimdedir. 

İslâm âlimleri, Alkhateeb’in de anlattığı gibi, entelektüel geleneklerle meşgul olurken konuyla alâkalı bazı temel kavramlar geliştirdiler. Onların çalışmaları, (meselâ fizikte) Newton ve Einstein gibi dehaların üzerinde iş göreceği temelin hazırlanmasına yardım etti. (Bediüzzaman’ın özellikle Van’da yaptığı benzer yöntemli çalışmalar pek çok keşfe, çoğu bilinmemesine rağmen, sebebiyet vermiş; bir kısmı Risalelerinde derc edilmiştir.) En büyük öncülerden biri olan İbn-ül Heysem “felsefeye daha az ve bilime daha fazla güvenerek” ışığın yapısı üzerine yüzlerce deney yaptı. Ki bu sebepledir ki: “... onun optik üzerine yaptığı çalışmalar olmaksızın kamera icat etmek muhtemelen bin yıl daha mümkün olmayacaktı” diyor Alkhateeb. 

Bugün aynı etkiyi Risaleler, sadece ışık üzerine bile, hem fıtrat penceresinden en alttan başlayarak havassa, hatta havassul havassa uzanan fikir ve deneyimleri sunabilecek bir derinliktedir. Bediüzzaman, elektriğin tam da keşfi dönemlerinde (şunu iddia etmekten çekinmemek gerekir) Edison ve Tesla kadar -deneysel olmasa da teorik olarak meşgul olmuştur. Kur’ân’da elektrikten bahseden âyetleri incelerken Risale-i Nur’da da akisler ve parçalar yerleştirmiş ki, âyetlerdeki işaretleri bunun için kaynak kabul etmiştir. Buradan hem maddî, hem de manevî sonuçları çıkarabilmiştir. 

Bediüzzaman’ın Mardin’in halk için kullandığı sadece “bakmak ve görmek” ten ibaret değil, “görmek ve göstermek suretiyle” bilime İslâmın hediyesi olan bilimsel yöntemi, yani gözlem ve deneyi dört kelime ile yani “mana-i harfi, mana-i ismi, nazar, niyet” olarak yeniden formüle etmiştir. Bunun “ömrünün ve tahsilinin neticesi” dört kelime olduğunu söylemiştir. Bugün teorik Fizik’teki gelişimi bir de Risalelerle birlikte okumak gereği ortaya çıkıyor demek ki... Yani doğruları ve doğru biçim ve formları “efalimizle izhar etmek” şahsî olarak düşünce ekseninde buradaki “göstermek”i ifade edebilir.

Okunma Sayısı: 3147
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı