"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ulema Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) ilmine, mutasavvıflar ameline vâris olmuşlar

Caner KUTLU
03 Ocak 2019, Perşembe
Öğretmeni yenen “talebe!”: 36

2023 Eğitim Vizyon Belgesi’nin “Eğitim Politikamız” bölümünde “... ifade edilen bakış açısının hayata geçmesi öncelikle bütüncül bir sistem tasavvurunu ve tasarımını gerektirmektedir. Parçaların kendi içindeki bütünlüğünü dikkate alırken, eğitim sisteminin kendi tabiatı içinde taşıdığı bütünlüğe saygı göstermek, alt sistemleri ve parçaları bir etkileşim içinde değerlendirmek önemlidir. İnsanın bütünlüğü, tabiatın bütünlüğü, sistemlerin bütünlüğü, gerçeği arayışta son derece kritik dönemeçlerdir” deniliyor.

Medresetüzzehra için “medrese nam me’luf ve me’nus ve cazibedar ve şevk-engiz itibarı olduğu halde büyük bir hakikatı tazammun ettiğinden rağabatı uyandıran o mübarek medrese ismiyle tesmiye” şartını birinci sıraya koyan Bediüzzaman bu ismi İslâmî geleneğin sürekliliğine atıf olarak görmüştü. 

Felsefenin “okulu” yerine hikmetin ders verildiği “medresesi”. İkincisi ise usûl ve dil meselesi: “Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc.. ve Lisan-ı Arabî vâcib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak”.

S- “Şu mezcde ne hikmet var ki, o kadar tarafdarsın; daima söylüyorsun?” 

C- Dört kıyas-ı fasid: İşte o kıyaslar, maneviyatı maddiyata kıyas edip Avrupa sözünü onda dahi hüccet tutmak. Hem de bazı fünunda meşhur olanların, başkasında da sözünü hüccet tutmak. Hem de bazı fünun-u cedideyi bilmeyen ulemanın sözünü, ulûm-u diniyede dahi kabul etmemek. Hem de fünun-u cedidede mahareti için gurura gelip, dinde de nefsine itimad etmek. Hem de selefi halefe, maziyi hale kıyas edip haksız itirazda bulunmak gibi fasid kıyaslardır.

S- Ne gibi?

C- Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.” (Münâzarât)

Derrida metafizik sistemi “felsefî karşıtlıkların hiyerarşik ve agonistik alanı” olarak yorumlar. Metafizik bir terimi diğerine tabi kılarak karşıtlıkları kurar, sonra da karşıt terimleri bir diyalektik aracılığıyla yeniden uzlaşmaya çalışır. Meselâ Platon’un felsefesinde, sezgisel olanla anlaşılır olan arasında bir karşıtlık kurulmuştur. Bu karşıtlıkta, anlaşılır olmak sezgisel olana üstün kabul edilmiş; sezgisel olan anlaşılır olana tabi kılınmıştır. Bu Metafizik karşıtlıklar öz/varoluş, asıl/türev, ruh/beden, hayat/ölüm, aşkın/ampirik, amaç/araç gibi. Bunlar arasındaki üstünlük ilişkisinin tersine çevrilmesi ise Platon’dan başlayarak Batı felsefesine egemen olan nihilizm, hayata karşıt değerlerin hayattan yana değerlere baskın çıktığı bir eğilimi ortaya çıkarmıştır. Bediüzzaman’ın “mezc”lere vurgu yapması bu yolu temizliyor.

Müslüman iki mantık dehası, İbn Sînâ önemli ölçüde Fârâbî’den ayrılır. Fârâbî felsefî eğitim serüvenini, kendisini bir okula ve bu okulun öğretim geleneğine bağlayacak şekilde oluşturmuştur. Buna rağmen İbn Sînâ eğitim serüvenini, her hâlükârda kendisini herhangi bir öğretim geleneğinden ayırt edecek tarzda oluşturmuştur. İbn Sînâ, otobiyografisini öyle tasarlamıştır ki, otobiyografide kendisini sezgi yoluyla kendi kendini eğitmeyi başarmış (otodidakt) biri olarak göstermektedir. Otobiyografinin dayandığı sezgi doktrini, İbn Sînâ’nın Aristoteles yorumuna imkân tanımaktadır. Sezgi doktrini muhtevasından bağımsız olarak şunu sağlamıştır; Tony Street’in “İslâm Mantık Tarihi” eserinde belirlediğine göre: “İbn Sînâ herhangi bir konuda metne aykırı düşündüğünde, çözüm için yoruma dayalı taktiklere başvurmak zorunda kalmamıştır.” Aslında Şifa’nın başından sonuna kadar şu açıktır: İbn Sînâ, Aristoteles’in meseleyi bu şekilde ele almasını sağlayan bütüncül görünümü kavradığına inanmış ve bu durum, İbn Sînâ’ya Birinci Analitikler’ in sistemini eksiltme, arttırma ve dönüştürme imkânı vermiştir. Yeni sistemde; sezgileri güçlendirmek beyni olumlu ruh hali ile çalıştırmak düşüncesiyle birleştirebilir. John B. Arden’in Brain Up’ı (Beyninizi Yeniden Yapılandırın) kullanarak bunun için bazı basamakları ifade etmek mümkün olabilir: Müsbet ruh haline öncelik vermek, ışık kimyası (Zühreverdi’den İbnül Heysem’e), Anlatılar kurmak (Bediuzzaman-ı Hamedanî’den Hariri’ye), harekete geçmek (Bediuzzaman Said Nursî’nin Müsbet hareketi), oksijenin canlandırıcı etkisi (neticesi hitap çiçekleri), olumlu düşünme alışkanlığı kazanmak (dostluk mesleği ve kardeşlik) ve Sosyal Şifa (ittihad). Zihnin inşasında her bir çarkın yeniden ve sürekli inşası ve icadı; Matematik ve mantığın hem keşif hem icad yetenekli bileşenlerini doğru ve doğrularla gösterimini zorunlu kılar. “Mü’minin ferasetinden sakının” fermanı bütün bu sırları ihtiva eder. Talebenin de “himmet”i buradadır.

Heidegger eğitimi dekonstrüksiyona (tahribetme/tahrip, yıkım) tabi tutmayı denemişti. Iain D. Thomson, Heidegger Ontoteknoloji, Teknoloji ve Eğitim Politikaları adlı çalışmasında bunun ontolojik geleneği dekonstrüksiyonunun hedefi gibi eğitimin dekonstrüksiyonunun hedefi de geleneksel Batı eğitim kurumlarını “tahrip etmek” değil, bu eğitim geleneğinin başlangıcından hareketle müteakip tarihsel gelişimini temelden şekillendiren “aslî/ilk tecrübeleri” “yeniden keşfetmek” için “bu katılaşmış geleneği esnetmek/gevşetmek ve yolaçtığı gizlemeleri ortaya çıkarmak” olduğunu anlatıyor. Heidegger’in odaklandığı şey, Platon’ un mağarasının mirasını şekillendiren eğitim hakkındaki rahatsız edici yanlış kavrayıştır; yani Batının tarihsel eğitim kavrayışını yansıtan ve onu taşıyan kurumlarda cisimleşen ve varlığını sürdüren “tahrif”tir. Bediüzzaman, İslâm geleneği içindeki, tarihte biriken çoğu Hıristiyanlık ve Yahudilikten ya da Yunan felsefesinden gelen “tahrif”leri ifadeden kaçınmamakla birlikte kaynak ve ana damarlar konusundaki tavrı başta bellidir. Bu yeni Türk Eğitim Sistemi vizyonunu “felsefe”ye bağlanan vizyon üreticileri için de bir uyarı kabul edilmelidir: “Evet cin fikirli feylesofların felsefesiyle o semavat-ı Kur’ânîyeye çıkılmaz. Belki âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin mi’racıyla ve iman ve İslâmiyetin kanatlarıyla çıkılabilir.” (Lemalar) Ayrıca Bediüzzaman: “Ulema, Resul-i Ekrem Efendimizin (asm) ilmine, mutasavvıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Fahr-i Cihan Efendimizin (asm) hem ilmine ve hem ameline vâris olan bir zâta “Zülcenaheyn”, yani “İki kanatlı” deniliyor...” (Asa-yı Musa) diye bir “iki kanatlı” açıklamasını hatırlatıyor.

Okunma Sayısı: 1867
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Şevket Paksoy

    3.1.2019 23:22:31

    " Nakşibendî meşayihinden, her harekâtını Peygamber-i Zîşan Efendimiz Hazretlerinin harekâtına tatbik etmeğe çalışan ve büyük bir âlim olan bir zâta sordum: -Efendi Hazretleri, ulema ile mutasavvıfe arasındaki gerginliğin sebebi nedir?-Ulema, Resul-i Ekrem Efendimizin ilmine, mutasavvıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebebden dolayıdır ki, Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hem ameline vâris olan bir zâta "Zülcenaheyn", yani "İki kanatlı" deniliyor... "

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı