"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Put kırıcılığı

Caner KUTLU
23 Mart 2017, Perşembe
Cemil Meriç, Kırk Ambar'da der, Büyük adamın kaderi: Put kırıcılık... Edgar Quinet de Meriç'i desteklemektedir: "...göçebe İslâmiyet, gittiği her yere çöl ruhunu da taşıdı... Şekillerden nefret eder. Putlar ülkesinde bir put kırıcıdır. Kanaatla zırhlanmıştır."

Bediüzzaman'ın: "Amerika'nın en yüksek ve meşhur feylesofu olan Mister Karlayl” (Emirdağ-1) diyerek tanıttığı Thomas Carlyle'nin 1943 yılında Reşat Nuri Güntekin çevirisiyle yayınlanan Kahramanlar adlı bir kitabı vardır. Bu çevirinin önsözünde Hasan Âli Yücel: "Tanrılar da insanlar gibidir; doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Mısırlıların Apisi, Perslerin Ahuramazda'sı, Greklerin Zeus'u, Romalıların Minervası, tarih mezarlığında üstü yazılı birer taş olmuşlardır. Her devrin idealini gösteren tanrılar, devirler değiştikçe yerlerini yenilerine bırakırlar. 

Kendinden öncekini inkâr eden tanrıda çok kereler inkâr edilenin izleri görülür" dedikten sonra şöyle devam eder: 

"Benim neslimde olanlar bir tanrı nasıl ölür ve bir yeni tanrı nasıl doğar, bunu 1918 ile 1922 arasında görmüşlerdir. Hiç değilse görmüş olmaları lazımdır." 

Ve nihayet "yeni insanı"nı şöyle tanımlar: 

"Yeni insanlar, kendi yaptıkları tanrıların insanlarıdır."

Tam da yerinde bir tanımlamadır bu. Ki, Üstad Bediüzzaman bu "çağdaş (!) anlayışı" öncesinden tesbit etmiştir:  

Rivayette vardır ki: “Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar, uluhiyet dâvâ edecekler ve kendilerine secde ettirecekler.”

Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasılki padişahı inkâr eden bir bedevi kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. 

Aynen öyle de: Tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârane serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir.” (Şuâlar) 

“Batı’nın sekülerleşmesinde” der Bernard Lewis, “‘Tanrı’ iki kez tahtından indirildi ve yerini başkasına bıraktı. Egemenlik kaynağı olarak halk ve ibadet nesnesi olarak millet. Her iki düşünce de İslâm’a yabancıydı, fakat on dokuzuncu yüzyılda tanınır oldular ve yirminci yüzyılda da bir süreliğine, o dönemde Müslüman devletlerin hepsini değilse bile pek çoğunu yöneten Batılı entelijansiya arasında hâkim hâle geldiler.”

Said Halim Paşa, bu istilâyı: “Doğu artık ‘Haçlı’ adına değil, ‘medeniyet’ ve ‘insanlık’ adına saldırıya uğramaktadır” diye tanımlamaktadır. Bu Batı’nın (kendisiyle birlikte Doğu’yu da bozarak) medeniyete değil “antikite”ye dönüşü demekti. Hasan Âli Yücel’in zannettiği “çağdaş medeniyet” de böylece skolastik dönemin de gerisine gidiyordu. 

Buna karşın gerçek bir dönem deşifresi peşinde olanlar da yok değildi. 

“..Hürriyet’ten evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın başkumandanı İslâm ulemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sordular.

Ezcümle: Bir hadiste “Âhirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında (Haza kâfir) cümlesi yazılmış bulunur” hadisi vardır diye benden sual ettiler.

Dedim: “Bir acaib şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar, başına şapkayı giyer ve giydirir.

Bu cevabtan bunu sordular: “Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?”

Dedim: “şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek, fakat baştaki hakikî îmân, şapkayı da secdeye getirecek, Müslüman edecek.. İnşaallah!

Sonra dediler: Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek. Bu hadise ile “Süfyan” olduğu bilinecek?

Ben de cevaben dedim: Bir darb ı mesel var ki: “Çok israflı adama eli deliktir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi’ olur” deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtelâ ve onunla hasta olacak ve kendisi hadsiz israfa girecek, başkalarını da alıştıracak.

Sonra birisi sordu ki: “O Süfyan öldüğü zaman, İstanbul’da Dikilitaş’ta bütün dünyaya bağıracak ve işittirecek ki, filan adam öldü.

Ben o vakit dedim: “Telgrafla haber verilecek. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. 

Dar ül Hikmet’te iken: “şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek, dedim.

Sonra Sedd i Zülkarneyn ve Ye’cüc ve Me’cüc ve Dabbet ül Arz ve Deccal ve nüzûl ü İsa (as) hakkında sualler sorulmuştu. Ben de cevab vermiştim. Hatta eski Risalelerimde onlar kısmen yazılıdırlar.”

Şüphesiz yeni dönem tam bir medeniyet teklifi değildi ve Bediüzzaman “medeniyetinizden istifa ediyorum” diye buna açıkça tavır koymuş ve uyarmıştı:

Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdad ve sefahate ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakikî medeniyet nev’i insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. (Tarihçe-i Hayat) 

 Yeni dönemin Put kırıcılarından biri olarak Bediüzzaman şu hadiseyi anlatır: 

“Hem Ankara’da divan-ı riyasetinde pek çok meb’uslar varken Mustafa Kemal şiddetli bir hiddet ile divan-ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.’ 

Ben de onun hiddetine karşı dedim: ‘Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.’ Dehşetli bir put kırdım. Hazır meb’us dostlarım telâş ettikleri ve her halde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdeta dehşetli bir kuvveti ve hakikatı hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususî riyaset odasında: ‘Hücumat-ı Sitte’nin Birinci Desise içinde bulunan ‘Meselâ: Ayasofya Câmii ehl-i fazl u kemalden ilâ âhir...! cümlesinden başlayan, tâ İkinci Desise’ye kadar, bir saat tamamen ona söyledim. Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hattâ taltifime çok çalışması, kat’iyyen bu üç cebbar fevkalâde kumandanların bu üç acib haletleri, âdeta Eski Said’den korkmaları, şübhesiz ki Risale-i Nur’un, ileride kahraman şakirdlerin şahs-ı manevîsinin hârika bir kuvveti ve Risale-i Nur’un parlak bir kerametidir. (Emirdağ-1) 

Carlyle, Kahramanlar’ın bir bölümünde Avrupalı bakışı ve Avrupalı diliyle Peygamber Efendimiz’i (asm) anlatıyordu. Peygamberler içinde O’nu seçmiştir; çünkü bir Hıristiyan olarak ve Hıristiyan dünyasına  “...en hür bir lisan ile bahsedebileceği kahramandır. “... Onun hakkında düşündüğüm bütün iyi şeyleri söylemek niyetindeyim” der, çünkü, “O’nun sırrına ermenin en iyi çaresi budur”. Yani, O’nu (asm) sevmekle inanmaya başlarsınız. Carlyle’in burada kurduğu mantık örgüsünün Bediüzzaman tarafından Risalelerinde bir ikna yöntemi olarak da kullanıldığını görmekteyiz. Carlyle’e göre Hıristiyanların söylediği gibi -haşa- bir “düzenbaz bir din kuracak öyle mi? Fakat bir düzenbazın tuğladan bir ev kurması bile kabil değildir”. Bir büyük Adama gelince, “kuvvetle iddiadan çekinmeyeceğim ki, O’nun (asm) doğrudan başka bir şey söylemiş olmasına inanılmaz”. “...söylediği sözlerin başka hiç kimseninkilerine benzemediğini şu veya bu şekilde hissederiz”. “O dünyanın kalbinden çıkıyor”. “İlâhî ilhamı O’na (asm) zekâ veriyor. Demek ki her şeyden önce O’nu (asm) dinlemeliyiz” diyordu. O ki “... Arap putçuluğu artıklarını, Grek ve Yahudi teolojisi (ve Hıristiyanlığı istilâ etmiş olan İskandinav paganizmi gibi) gelenekleri, incelikleri, dedikoduları, faraziye artıklarını, haddeden geçmiş bütün beyhude fikirleri ile beraber, bir yana bırakılmış ve ölümle hayat kadar ciddî olan temiz kalbi, şimşek parlaklığında tabiî gözleriyle hakikatin ruhuna girmişti.”  

Carlyle şöylece özetliyordu: “Putçuluk hiçtir. Allah ekber. Allah büyüktür.” 

Bu gibi “Avrupa’nın zekâ tarlalarından” örnekle Bediüzzaman şu müjdeyi bugüne bırakıyordu: “Nurların da her tarafta fütuhatı ve ileri gitmesi, büyük bir fâl-i hayırdır ki, ecnebide çok Bismark’lar ve Mister Karlayl’lar çıkacaklar ve emareleri de var diye Nurculara bir bayram hediyesi olarak takdim ediyoruz.” (Emirdağ-1) 

Okunma Sayısı: 3559
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • zeiıha

    23.3.2017 13:33:39

    Gerçekten çok merak ettiğim bir konuydu elinize sağlık,yinede az olmuş çünkü tam da şu sıra 1.avrupayı cok konuşmamız gerekiyor.Onlar nasıl 2.avrupadan kendilerini koruyor ve içlerinde ki putları nasıl tespit edip hangi çarelere başvuruyor öğrenmemiz lazım diye düşünüyorum açıkçası

  • ABDULLAH GÜNEN DR.

    23.3.2017 12:46:31

    TEBRİKLER. . MAŞALLAH . Abdullah Günen kbb uzmanı yard.doç.dr

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı