Vahim ekonomik kriz gölgesinde en son 41 madencinin can verdiği Amasra patlamasıyla yoğunlaşan gündemde, siyasi iktidar millet irâdesini çalıp gasbeden yeni seçim hîleleri ve seçim baskıları için bataklık zemin oluşturuyor.
En son vatandaşların rızası ve haberi olmadan bazı tanımadıkları “seçmenler”in hanelerinde oturdukları ihbarları yoğunlaşırken, özellikle büyük şehirlerde on binlerce vatandaşın katlanan kiralar karşısında kenar semtlere taşınmak zorunda kalıp boşalttıkları meskenlere “seçmen” haline getirilen sığınmacıların yerleştiği ve ülke genelinde dörtte bir boş binalara yerleştirildikleri şâyiası, seçimlere şâibe bulaştıran yeni oyunları ortaya çıkarıyor.
O denli ki İstanbul’da önce “doğalgaz patlaması” denilen, daha sonra savcılığın “terör saldırısı” soruşturması açtığı, Şehircilik ve Çevre Bakanlığı’nca “kentsel dönüşüm” gerekçesiyle boşaltılan binada bir dairenin dışında diğerlerinin hepsinde oturanların “yabancı” çıkması yeni bir tezgâhı ortaya çıkarıyor.
MUHALEFETİ SİNDİRME VE SUSTURMA!
Aynen 16 Nisan 2017’deki referandumda parmak boyasının kaldırılmasında, sandıkların açılmasına beş kala Yüksek Seçim Kurulu Başkanı’na açıklama yaptırılarak iki buçuk milyon mühürsüz sahte oyun kanuna aykırı olarak “geçerli” sayılıp alelacele devreye sokulmasıyla “Atı alan Üsküdarı geçti!” oldubittisinde olduğu gibi.
Ya da AKP’nin kaybettiği Büyükşehir Belediye Başkanı seçiminin “hiçbir şey olmamışsa mutlaka bir şeyler oldu” uyduruk garabetiyle iptalindeki gibi.
Veya “parlamenter sistem işbirliği”ndeki “altılı masa”nın cumhurbaşkanı adayının açık ara ile birinci turda seçilmesi, Meclis çoğunluğunu, hatta demokratik muhalefet olarak Anayasayı değiştirecek nitelikli ekseriyeti sağlayacağı tesbitlerine karşı son anda “cumhur ittifakı” için getirdikleri “ittifak sistemi”ni işlevsiz kılmalarındaki gibi…
Bu maksatla en son bütün ikazlara rağmen apar topar geçirilen “dezenformasyon yasası”yla muhalif medya kanalları karartılıyor. “Gereğini yapan” yorumcuların önü açılırken siyasi iktidara medhiyeler dizmeyen basına baskılar yoğunlaştırılıyor, “maaşlı yandaş troller” doğrudan destek görüyor.
Görünen o ki 1878’deki “basın ve sansür yasası”ndan çok daha ağır olan “sansür yasası”yla Türkiye’de basın ve muhalefet susturulmak isteniyor. Siyasi iktidar, “sansür yasası”yla medyayı - sosyal medyayı, farklı fikirleri bütünüyle susturma ve sindirme peşinde.
YENİ BASKILAR VE YASAKLAR
Bu yüzden “tek kişilik ucûbe rejim”de en ufak bir eleştirinin yayınlandığı televizyonlara ağır cezalar yağdıran RTÜK’ü ve başta Yeni Asya, biat etmeyen gazetelerin ilanını gasp eden Basın İlân Kurumu’nu (BİK) bir baskı aracı olarak kullanan siyasi iktidar yeni yasaklar kuruyor. “Tek kişilik hükûmet”te bağımsızlığı ve tarafsızlığı tamamen berhava edilip Saray’a “bağlanan” yargı“iktidarın sopası” gibi kullanılıyor.
Ne var ki bütün bu baskı ve dayatmaların bir işe yaramaması karşısında yasakları yaygınlaştırıp arttırdıkça daha daha da oy kaybeden “iktidar cephesi” tam bir telâş ve panikle yeni baskılara ve “yasaklamalar”a başvuruyor.
12 Eylül darbesi ortamında darbecilerle “koruma ve kollama altına alınan ANAP”ın muhaliflerini susturmak için inadına getirdiği “yüzde 10 seçim barajı”nın altında kalması gibi bütün ikaz ve çağrılara rağmen AKP-MHP’nin dayattığı“dezenformasyon yasası”nın dayatanlara döneceği belirtiliyor.