Hiç olmazsa musibet zamanında kucaklayıcı, birleştirici ve bütünleştirici olması gereken siyasi iktidarın fevkalâde sakil, dışlayıcı, ötekileştirici, agresif, tahkir edici sert tavrı sürüyor.
Özellikle İyi Parti Genel Başkanı’nın “her ahval ve şeraitte aynı gemideyiz; koronavirüs salgını krizinden, sıkıntılı ekonomiden bu fasılda nasıl çıkılacağı görüşmek üzere başta Cumhurbaşkanı ve bütün siyasî parti genel başkanlarını ortak aklı işletmek için ‘memleket masası’nda toplanalım” çağrısına “iktidar cephesi”nin tehevvürlü tepkisi dikkat çekici.
Cumhurbaşkanı, muhalefete “virüs”, “hastalıklı kirli faşist zihniyet”, “terör örgütleriyle eşdeğer”, “devletin halkına hizmet götürmesine tahammülü olmaya kirli yapı” tanımlarında bulunurken, Bahçeli’nin “cumhur ittifakı” dışındakileri “millî ve ahlâkî değerlerden mahrum siyasî güruh”, “millete ve vatana özden mensubiyet duymayan lekeli ve sicili karanlık yüzler” tezyifi çarpıcı.
O denli ki “kriz sürecinde Meclis’in açık olması” ve “bir araya gelinmesi” tavsiyeleri “Türkiye’yi hedef alan ihânet plânı”, “kötü emellerini saklama amaçlı çırpınma hali” olarak tahkir ediliyor.
HER YÖNÜYLE FİYASKOYA KARŞI…
Bu arada anamuhalefet partisi liderinin, süren siyasî belirsizlik vartasında bir “baskın seçim”le karşı karşıya kalınması durumunda yeni kurulan partilere -tıpkı daha önce İyi Parti’nin seçime sokulmaması kumpasında olduğu gibi- destek olma önerilerine büyük tepkiyle salvolar savruluyor.
Cumhurbaşkanı, muhalefeti “milletvekili pazarı” kurmakla, “terör örgütleriyle işbirliği”yle suçluyor. Bahçeli, yeni partilerin Meclis’te grup kurup seçime girmelerini “rezâlet ve melânet” olarak takbih edip, “esef verici durum”, “kaygı ve kuşku verici” görüp veryansın ediyor.
“Memleket masası” çağrısına müsbet cevap vermek bir yana, sıcak bakılmasına dahi tahammül edilemiyor. İktidar partisinde genel başkanlık, başbakanlık, yıllarca bakanlık yapmış isimlerin kurduğu, partileri “marjinal ve marazi partiler” ve “proje partileri” olarak kötülüyor.
Belli ki pandemi sonrası ortaya çıkan vahim tabloda kat kat artan işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımında adâletsizlik, basın ve ifade özgürlüğünün gaspı, katlanan enflasyon, pahalılık, içinden çıkılamaz hale gelen siyasî ve ekonomik çöküş “karalama kampanyaları” anaforuyla örtülmeye çalışılıyor. Kutuplaştırma ve kamplaştırma üzerinden gerçek gündemin saptırılması, politik polemiklerle toplumun olup bitenleri tartışmaması isteniyor.
Bundandır ki son dönemdeki bütün anketlerde, kamuoyu araştırmalarında ve siyasî analizlerde açıkça ortaya çıkan haliyle AKP oylarının yüzde 35’leri, MHP’nin barajı aşamamasıyla “cumhur ittifakı”nın yüzde 40-43 bandında kalıp Meclis’teki çoğunluğu kaybetmesi ve bir yıllık vetirede “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi”nin her yönüyle fiyaskosunun ortaya çıkmasına karşı yine siyasi atraksiyonlara başvuruluyor.
16 Kasım 2002’de dönemin AKP Genel Başkanı tarafından kamuoyuna taahhüd edilip parti programında ve seçim beyannâmelerinde deklâre edildiği halde sırf siyasi sâiklerle on sekiz yıldır bütün ikaz ve tavsiyelere rağmen inadına ve ısrarla gündeme getirilmeyen 12 Eylül darbe döneminden kalma yüzde 10’luk antidemokratik “seçim barajı” bariyerinin düşürülmesinin bu kez garip bir şekilde Bahçeli tarafından ortaya atılması bundan.
“SİYASÎ TÜKENİŞ” TEHEVVÜRÜ
Özetle siyasî “çırpınma hali”yle AKP’den oy alacak partilere fırsat vermeme oyunu yeniden sahneleniyor. Peşpeşe siyasî rakiplerini susturma operasyonları dayatılıyor. “RTÜK sopası”yla, “iktidara ilişik medya”yla “siyasî linç” operasyonlarına, tahrikkâr saldırılara tevessül ediliyor.
Yine “cumhur ittifakı” dışındaki topyekûn muhalefet, “terörle işbirliği”yle, “gayr-ı millilik”le itham ediliyor; en ufak bir eleştiriye “hıyânet” deniliyor. “Krize karşı birlik ve bütünlük çağrıları”na öfkeli infiâller sergileniyor. Bir defa daha baskı, gözdağı, tehdit ve şantaj siyaseti devreye sokuluyor.
Ne var ki tehevvürlü siyasi kumpasların her haliyle tükenişe sürüklenen iktidarın siyasi eceline faydası yok. Zira bütün tesbitlerde siyasî iktidar için “yolun sonu’ görünüyor.