"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemaatler iyi insan yetiştirmek için çalışıyor

25 Aralık 2020, Cuma
Risale-i Nur Enstitüsü geçtiğimiz günlerde “Tarihi Süreçte Din Devlet ve Cemaat İlişkileri, Problemler/Çözümler” başlığı altında online bir panel düzenledi. Programın açış konuşmasını Yeni Asya AŞ Yönetim Kurulu Başkanı İzzet Atik yaptı. Atik, "Cemaatler hem insanların ahireti için hem de dünyalarının imarı için çalışıyor" dedi.

Risale-i Nur Enstitüsü geçtiğimiz günlerde “Tarihi Süreçte Din Devlet ve Cemaat İlişkileri, Problemler/Çözümler” başlığı altında oldukça yoğun katılımlı online bir panel düzenledi. 

Yöneticiliğini Risale-i Nur Enstitüsü Sekreteri Ahmet Dursun’un yaptığı panele Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Osman Özkul, Türkiye’de bilhassa dinî cemaatlerle ilgili araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. İlyas Üzüm, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Uzun, Ahi Evran Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Kurt, Harran Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Veysel Kasar ve Dicle Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Ömer Ergün konuşmacı olarak katıldılar. 

Mustafa Başkarcı’nın Kur’ân tilâvetiyle başlayan program ilgiyle izlendi. Panelin takdiminde din devlet cemaat ilişkilerini çok yönlü olarak değerlendirmeyi amaçladıklarını ifade eden Ahmet Dursun, tarihî süreçte Batı’da derin kırılmalara ve çatışmalara yol açan din ve devlet arasındaki ilişkilerin İslâm dünyasında da genellikle gergin bir boyutta günümüze kadar taşındığını söyledi. “Ülkemizin sosyolojik bir gerçekliği olarak tarihi bir derinliğe sahip dini oluşum ve hareketlerin son yıllarda  gerilimlerle anılması; tartışmaların kamusal alan, laiklik, din ve vicdan hürriyeti noktasından bilhassa 15 Temmuz sonrasında cemaatlerin varlığının sorgulanması aşamasına taşınması din, siyaset, devlet ve cemaat ilişkilerinin tekrar gündeme alınmasına yol açtı” diyerek sözlerine devam eden Dursun, bugün tarikat, cemaat ya da dinî gurupların çok yönlü olarak tartışıldığına ve sorgulandığına dikkat çekti. Dursun bu sebeple cemaatlerin din, devlet ve siyaset üçgenindeki varlığı ve konumuyla devletin cemaatler karşısında tavrının ne olması gerektiği sorusunun önem kazandığını, bu tür programlarla meseleyi çok yönlü olarak değerlendirerek çözüm önerileri sunmayı ümit ettiklerini söyledi.

İzzet Atik: Ahretlerinin imarı için çalışmak gerekir

Programda ilk olarak Yeni Asya Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı İzzet Atik söz aldı. Açış konuşmasını yapan İzzet Atik programa katkı sunan katılımcılara teşekkür ederek sözlerine başladı.

Atik, Hz. Adem’den bugüne gelmiş olan emr-i bilmaruf- nehy-i ani’l münker vazifesini yerine getirme çabasında olan cemaatimizin bu çalışmasının da hayırlara vesile olmasını temenni etti.

İzzet Atik konuşmasında şunları söyledi: “Bildiğiniz üzere Peygamberler Emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker vazifesi ile görevlendirilmişlerdir. Cemaatlerin bu dönemde yaptıkları peygamberlerin varisi olarak onların görevini ifa etmeye çalışmaktır. Cemaatler hem insanların ahireti için hem de dünyalarının imarı için çalışıyor. Cemaatlerin devletin idaresine karışmak gibi vazifelerinin olmadığı, hem peygamberlerin hem de onların varisleriyle ispat edilmiştir. Maalesef cemaatler ile devlet arasındaki ilişkilerde hep sıkıntılar yaşanmış. Devlette ve kamuoyunda yanlış algı oluşmuş. Sanılmış ki devlet ele geçirilecek. Bu endişe ile bazı menfi icraatlar yapılmış, bir kavga olmuş. Cemaatlerin asıl amaçlarına baktığımızda böyle bir şeyin yaşanmaması gerekir. Toplumların imarı ancak kendi içindeki yeşerttikleri sivil katkıya mümkündür. Cemaatler de sivil teşekküller olarak insanların ve toplumların dünya ve ahretlerinin imarı için çalışmaktadırlar.”

Risale-i Nur hareketinin Asr-ı Saadet değerlerini günümüze taşıma çabası olduğunu ifade eden İzzet Atik, bu tür programların cemaatler üzerindeki menfi algıyı ortadan kaldırmaya vesile olabileceğini, bunun için diğer cemaatlerle de ortak programlar yapılabileceğini, bu programın da beraber yapılacak programların mukaddimesi olmasını temenni ettiğini söyledi.

Veysel KasarBaşlangıçtaki selef tanımı ile bugünkü arasında çok fark var

Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Veysel Kasar programın yöneticisi Ahmet Dursun’un “Son günlerdeki tartışmalarda Selefilik kavramı da gündeme geldi. Selefilik nedir? Selefiliğin ilk ortaya çıkışında sahip olduğu değerleri bugünle kıyaslar mısınız?” sorularına şöyle cevap verdi: 

“Selefiliği Hz. Peygamber’e (asm) en yakın dönemde yaşayan, başta sahabeler olmak üzere, tabiin ve tebe-i tabiin’in Peygamber Efendimizden (asm) öğrenerek tatbik ettikleri İslâm modeli olarak tabir edebiliriz. Fakat zaman içinde değişik Selef, değişik aşamalar geçirmiştir. Buna göre tanımlar da farklılaşmıştır. Tarihi süreç içinde Hicri 2. asırdan itibaren İslâm dünyasında çeşitli ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir grup Kelâm ilmini geliştiren Mutezile’dir. Bunlar ilkin Kelâmcılar olarak tanındı. Kelâm âlimleri ve Mutezile, imanla ilgili bazı konuları konuşmak tartışmak, farklı mezhep mensuplarına da anlatmak için aklı kullanma gereği hissetti. Selef âlimleri ilkin Kelâm ekolüne bunun Kur’ân’da olmadığını söyleyerek tepki gösterdiler. Zaman içinde Bazı selef âlimlerinin de kelamın bu metodunu kullanmasıyla ehli sünnet kelâmı dediğimiz bir ekol oluştu. Şu anda İslâm dünyasında Maturidilik ve Eşarilik olarak bildiğimiz büyük çoğunluğun tabi olduğu inançların tanzim edilmesi, anlatılmasında kelâm ekolünün selef ehli ile uyuşma ortaya koymuş halidir.

Selefin bir de Ahmet bin Hanbel’e isnat edilen tarafı vardır. Ahmet bin Hanbel Selef tanımına uygun şekilde itikadî konuları ele alarak kendisi bir sistem ortaya koymuştur. Bu itikadi esaslardan bir tanesi, Kur’ân-ı Kerîm’de olmayan bir hususun inanç esası olarak alınmasının uygun olmadığıdır. Onlar inanç esaslarının sadece Kur’ân ve Sünnet’ten alınması gerektiğini söylemiştir. (Bu husus, ilke temelinde doğru olmakla birlikte, bazı ayrıntılarda sonraki âlimler farklı açıklamalar yapmıştır.)

Akıl ve nakil konusunda bir tercih yapan Selef âlimleri sadece Kur’ân ve  Sünnet’in dahilinde görmüş oldukları  şeyleri İslâm ve inanç esaslarının merkezi olarak kabul etmişlerdir. 

İbn Teymiyye etrafında yetişen bir çok âlim Selefi daha güçlü hale getirme çabası içinde olmuşlar. İbn Teymiye Ahmet bin Hanbel etrafında çalışmasını yapmış ve yapılanmış, Selefi takip ettiğini söylemekle birlikte hedefine şunları da koymuş: İslâm medeniyetinin düşüncesinin gelişmesinde bir çok katkıları olan Kelâm âlimlerini, felsefe alimlerini ve tasavvuf ekolünü karşısına almış, bunları bidat olarak nitelemiş ve selefin bunlarla mücadele etmesi gerektiğini savunmuştur. Bu konuda çok sert tartışmalara yer vermiş, kitaplarında hem kelâmcıları hem de İslâm felsefecilerini sert bir şekilde eleştirmiştir. Ahmet b. Hanbel ile başlayan selefi çizgi İbni Teymiye ile nazarî bakımdan yepyeni bir alana taşınmıştır. Bu mücadele alanı daha sonra başka alanlara da taşınacak ve bugünkü problemlerin de temeli atılacaktır.  

Bugün gelinen noktayı anlamak için tarihî süreci de gözden geçirmek gerekir. Osmanlıların Arabistan’da zaafa uğraması ile Muhammed bin Abdulvahhab ile Suud ailesinin  karşılıklı anlaşması ile selefin itikadı ve esasları sadece bir düşünce olmaktan çıkmış, pratik devlet seviyesinde bir yapılanmaya gitmiştir. Kabilelerden devletin bütün alanına yayılan bir devlet yapısına dönüşmüştür. Böylece şu anda Vahhabilik olarak bildiğimiz akım karşımıza çıkmıştır. Selefilik hareketinde son yıllarda Vahhabilik ile bir katman daha ortaya çıktı. Bu da şiddet içerikli yapılanmalardır. Taliban, El Kaide ve Işid gibi bir takım silâhlı örgütlerin de ne yazık ki kendilerini İbn Teymiye ve Vahhabiliğe isnat etmeleri ile yepyeni bir durumun ortaya çıktığını görüyoruz. Rusların Afganistan’ı işgali sonrası Ruslara karşı oluşturulan cihad hareketleri, Rusların Afganistan’dan çekilmesinden sonra kendi içlerinde çatışmalara dönüşmüştür. Bunlar da silâhlı farklı terör guruplarına dönüşebilmiştir. Bunlar Emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker yapıyoruz iddiasındadırlar, ama Emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker adı altında gayri İslâmî, gayri ahlâkî ve gayri insanî hal ve hareketler bunlardan sudur etmiştir ve bunlar farklı güçler tarafından da kullanılmıştır.

Son yıllarda selef inancının bunlarla birlikte imiş gibi ifade edilmesi yalnızca dinî açıdan değil, İslâm coğrafyasının bugünkü pozisyonu açısından da büyük zararlar doğurmuştur. Selefin şu andaki olaylarla anılması bütün Müslümanları üzmüştür. Bundan dolayı Cemaatî anlamda bunların kendilerini bu menfiliklerden arındırması gerekmektedir. Başlangıçtaki Selef tanımı ile bugünkü Selefilik anlayışı arasında çok büyük farklılıklar oluşmuştur.”

-DEVAM EDECEK-

Okunma Sayısı: 3876
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • zübeyir

    26.12.2020 11:07:54

    Bu panelleri nasıl izleyebilirim Telegram grubununuz var mı?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı