DEMOKRAT PARTİ, 1946 SEÇİMLERİNDE GİRDİĞİ MECLİS'TE CHP'YE KARŞI SERT BİR MUHALEFET YÜRÜTTÜ. İNÖNÜ, DP'NİN MUHALEFETİ KARŞISINDA BAZI OLUMLU ADIMLAR ATTI.
ÇOK partili siyasî hayata geçildikten sonra da İsmet İnönü CHP’yi yönetmeye devam ediyordu. Bu yeni dönemde İnönü, Şükrü Saraçoğlu yerine Recep Peker’i başbakanlığa getirdi. Peker’in Türk lirasında yaptığı ve “7 Eylül Kararları” diye tanınan devalüasyon büyük yankı uyandırdı. Çünkü o devirde paranın değerinin değişmesi çok olağandışıydı. 1 ABD doları 1.40 TL’den, 2.80 TL’ye düşürüldü. Peker’in TBMM’de Menderes’e sinirlenerek eleştirilerini “psikopat bir ruhun ifadesi” diye nitelemesi ve Bayar’ı halkı isyana kışkırtmakla suçlaması üzerine, DP Meclis’i terk etti. Bunun üzerine İnönü müdahale ederek, Bayar’la görüştü. Ortalık yatıştı. DP ilk Büyük Kongresini Ocak 1947’de yaptı. Kongre’de Hürriyet Misakı adında bir bildirge yayımlandı. Buna göre DP’nin kimi siyasal talepleri kabul edilmezse DP milletvekilleri TBMM’den ayrılacaklardı. Bu talepler, Anayasaya aykırı yasaların ayıklanması, dürüst seçimleri sağlayacak bir seçim yasası, devlet başkanlığının parti başkanlığı ile aynı kişide birleşmemesi (İnönü’nün durumu) diye özetlenebilir.
DP ne denli sert muhalefet yaparsa Recep Peker de aynı sertlik ve hırçınlıkla karşılık veriyordu. Meclisi terk etme tehdidini hükümet “komünist taktiği” diye niteliyordu. İnönü bu durumun çok partililik için iyi şeyler vaat etmediğini görüyordu. İnönü, hakem rolünü üstlenerek Bayar’ı ve Peker’i bir kaç kez dinledikten sonra, iki tarafı uzlaştırmaya çalışan 12 Temmuz Beyannamesi’ni yayımladı. Bu, ilişkileri hayli yumuşattı. Fakat Peker hırçınlık yanlısıydı. Yani çok partililiği sindirememişti. Onun için de İnönü, CHP içinde Peker’e karşı bir hareket başlattı. Milletvekili Nihat Erim’in başını çektiği bir grup genç milletvekili, CHP grubunda Peker’e karşı oy kullandılar (35’ler hareketi). Peker, yandaşlarıyla birlikte bir kaç gün İnönü ile mücadeleye girecekmiş gibi davrandı. Fakat sonra istifa etti.
Yerine Hasan Saka Hükümeti kuruldu (9 Eylül 1947). Tam bu sırada Demokrat Parti içinde parçalanma oldu. CHP içindeki sertlik uzlaşma yanlıları kavgası DP içinde de, hem de daha şiddetli olarak cereyan etmekteydi. Sertlik yanlıları DP Grubuna egemendiler ve parti yönetimini yumuşaklıkla suçluyorlardı. Aradaki gerginlik ileri bir noktaya varınca Mart 1948’de bir kısım milletvekilinin ve yandaşlarının parti üyeliğine son verildi.
Bunlar önce Mecliste Müstakil Demokratlar Grubunu oluşturdular, sonra da 20 Temmuz 1948’de Millet Partisi (MP) kuruldu. Kurucuları arasında Mareşal Fevzi Çakmak, Hikmet Bayur, Kenan Öner, Osman Bölükbaşı, Sadık Aldoğan vardı. Çakmak genel başkan oldu. MP, DP’yi danışıklı bir muhalefet gütmekle suçluyordu. Fakat DP’nin bu biçimde bölünmesi, 1950 seçimlerinin de göstereceği gibi, tabana fazla yansımadı. Yine de 1950’ye gelinceye kadar DP’nin milletvekili sayısı yarıya inmişti. Bu arada Başbakan Şemsettin Günaltay Hükümeti kuruldu ve ülkeyi bu hükümet 1950 seçimlerine taşıdı.
Şemsettin Günaltay, Hasan Saka ve Recep Peker gibi sertlik yanlısı değildi. Ama DP’nin uğrunda mücadele ettiği demokratikleşmeyi gerçekleştirecek iradeden yoksundu. 1948’de çıkardığı yeni seçim yasası, yargı denetimini içermediği için, DP, ara ve yerel seçimleri boykot etti. 15 Ocak 1949 tarihinde Saka istifa etti. Yerine Şemsettin Günaltay geldi. Günaltay bir tarihçiydi. II. Meşrûtiyette İslâmcı akımın içinde yer almıştı. Güvenoyu alırken sağlam bir demokrasi kurma vaadi verdi. İlk uygulamaları din alanında oldu. 1948’de imam-hatip yetiştirmek üzere 10 aylık kurslar açılmıştı. (DP iktidarı 1951’de bu kursları okula dönüştürdü.) Günaltay hükümeti CHP grubunun daha önce almış olduğu bir karar doğrultusunda ilkokullara seçmeli din dersi koydu. Aynı biçimde, Ankara Üniversitesine bağlı bir İlahiyat Fakültesi kuruldu. 1956’da din dersi ortaokullara (istemeyenler çocuklarını bu dersten muaf tutabiliyorlardı), 1967’de liselere seçmeli olarak kondu. 1974’te ortaokul ve liselere zorunlu ahlâk dersi kondu. Bu uygulamalar Atatürk dönemindeki uygulamalardan farklı da olsa, laikliğe aykırı değildi. Daha sonraları 12 Eylül yönetimi bu dersleri zorunlu kılıp bunu da anayasaya yazdırdı.
DP 20 Haziran 1949’da İkinci Büyük Kongresini yaptı. Millet Partisi’nin danışıklı muhalefet suçlamasının baskısı altında olan DP, bu kongrede Millî Teminat Andı diye bir bildirge ortaya çıkarttı. Buna göre, oylara tecavüz edilirse, “yani seçim hilesi yapılırsa”, halk meşrû savunma durumunda kalacaktır. Meşrû savunma yasal yollardan yapılacaktır, ama hile yapan yönetim de ulusun husûmetiyle karşılaşacaktır. Bu husûmet sözcüğünden hareketle CHP, bildirgeye Millî Husûmet Andı adını taktı. Her halde bu baskının da katkısıyla hükümet, Şubat 1950’de TBMM’ye yeni bir seçim yasası tasarısı getirdi. Tasarı ilk kez yargı denetimini de getiriyordu. Sonunda yasa DP’nin oyları da eklenerek kabul edildi. Tek sakıncası, nispî temsil yerine çoğunluk sistemini kabul etmesiydi. CHP bu sistemin kendi lehine olacağını düşünüyordu. Ancak DP’nin işine yaradı. Bu sistem 50’li yıllarda, yapılan 3 seçimde CHP aleyhinde işleyecekti.
DP, MUHALEFETTE İKTİDARA HAZIRLANDI
Muhalefet yıllarında DP’nin birinci amacı demokratikleşmeyi sağlamaktı. CHP iktidarı bu yöndeki şikâyetleri karşılamak üzere Türkiye tarihinde ilk kez tek dereceli seçimi getirdi. Gazete kapatma yetkisini hükümetten alarak mahkemelere verdi. Üniversitelere özerklik verildi. Köylü ve işçinin desteğini kazanmak için Toprak Mahsulleri Vergisi kaldırıldı, Çalışma Bakanlığı ve İşçi Sigortaları Kanunları çıkarıldı. İnönü’nün “değişmez genel başkan” sıfatına son verildi. Sınıf partilerinin ve sendikaların kurulabileceği kabul edildi.
21 Temmuz 1946’da yapılan seçim tek dereceliydi, ama yargı denetimi yoktu. Seçimlerdeki hilelere DP büyük tepki gösterdi ve toplumu ve ayrıca basını yanında buldu. Bunun üzerine iktidar basın kanununda değişikliğe gitmeye karar verdi. İktidarın basın üzerindeki baskısı daha da arttı. Bu yüzden CHP ile DP’nin ilişkileri kavgalıydı. Tabiî bu durumun TBMM’de iki partinin ilişkilerine de yansıması kaçınılmazdı.
Bozuk olan ekonomide dış ödeme dengesinin bozulması sonucu 7 Eylül 1946’da Türk Lirası’nın değeri düşürüldü. Bu olay DP’ye daha çok prim kazandırdı ve iktidarın güç yitirmesine sebep oldu. 1947 bütçe görüşmeleri sırasında Başbakan Recep Peker ile DP’liler arasında sert tartışmalar yaşandı. DP, TBMM’yi terk etti. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün araya girmesi ile sorun kısmen aşıldı. 7 Ocak 1947’de DP ilk kurultayını yaptı. Bu toplantıda özgürlük ve demokrasi arzuları bir defa daha vurgulanırken bunları içeren Hürriyet Misakı (yemini) kabul edildi. Bunun üzerine iktidar tarafından DP’ye sert hücumlar başladı. Haziran ayında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar arasında bir dizi görüşmeler yapıldı ve sonunda İnönü 12 Temmuz 1947’de “12 Temmuz Beyannamesi”ni yayınladı. Beyannamede İnönü, siyasal partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları olduğunu vurguladı.
Başbakan Recep Peker ayrıldı, yerine Hasan Saka getirildi. DP içerisinde bu yumuşama ve iktidarla düzeltilen ilişkiler tepki çekti ve bunun güdümlü demokrasi olduğunu öne süren bir grup partiden ayrıldı. Bu grup 20 Temmuz 1948’de Millet Partisi’ni (MP) kuran gruptur.. Böylece 12 Temmuz Beyannamesi ile hem CHP hem de DP sertlik yanlısı gruplardan kurtulmuş bulunuyordu. DP, 17 Ekim 1948’de ara seçimlere, seçime güven duymadığı için MP ile birlikte katılmadı. 16 Ekim 1949 ara seçimlerinde de bu tavrını sürdürdü. DP ikinci büyük kurultayını 20 Haziran 1949’da yaptı. Seçimlerde milletvekili adaylarının yüzde 80’inin teşkilâtlar tarafından belirlenmesi kabul edildi. CHP, 16 Şubat 1950’de seçimlerde “gizli oy, açık tasnif ve yargı denetimini” kabul etti. Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluşan bir Yüksek Seçim Kurulu’nu öngören seçim yasası kabul edildi. DP bu kanuna çok çabalamasına rağmen nispi temsil ilkesini koyduramadı. 1950 seçimlerine kadar geçen süreç son derece sancılı geçti. Meclis’teki küçük DP Grubu, yaptığı muhalefetle CHP’yi hırpalamaya başlamıştı. Taraflar birbirlerini suçlayıp duruyordu. DP’nin yaptığı demokrasi mücadelesi, CHP’yi demokratlaştırıyordu. Adayların sadece parti merkezince değil, yüzde 70 oranında yerel teşkilâtlarca belirlenmesine karar verilmişti. Valiler artık aynı zamanda parti il başkanı olamayacaktı. Partiler sandık başlarında temsilci bulundurabileceklerdi. Bunlar hep muhalefetin talepleriydi. Ancak nispi temsil yerine çoğunluk sistemine devam ediliyordu ve bu sistem CHP’ye pahalıya mal oldu. Yani CHP kendi kazdığı kuyuya düştü. Bu şartlar altında Türkiye, 14 Mayıs 1950 seçimlerine gitti.
YARIN: MİLLETİN ZAFERİ: BEYAZ İHTİLÂL
MUSTAFA GÖKMEN