"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Diyanet, militan laikliğin toplumu sekülerleştirme aracı olarak tasarlanmıştı

30 Nisan 2020, Perşembe
Dr. Adnan Küçük: “Diyanet’in başlangıçta ortaya çıkış sebebi de militan laiklik uygulamaları kapsamında devletin toplumu sekülerleştirme aracı olarak tasarlanmış olmasıdır. Sonra kendisini biraz dine hizmet amacına uygun hale getirmeye başlamış. Şimdiki arızalar da baştaki kurgunun devamı olarak ortaya çıkıyor.”

Dr. Adnan Küçük’ün Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde verdiği seminerden notlar (3)

***

Soru: Neden laiklik konusunda Batı bizim için doğru örnek olamamış?

Cevap: Batıda da bu işler yanlış noktalara gitmiş. Meselâ, ABD’de bir Mc Carthy’cilik dönemi olmuş. Yirmi milyon kişi komünistlik şüphesi sebebiyle soruşturma geçirmiş. Travmatik dönemler her ülkede sıkıntı doğurur. Bizde maalesef bu travmatik dönem ve süreçler makul davranışı uzun süre ortadan kaldırmış.

Biz toplum olarak doğru anlamda Batılı olamadık. Yani Batının alınması gereken olumlu yönlerini alamadık. Kendimiz de kalamadık. Böylece dokumuz bozuldu. Seküler bir toplum inşa etme sürecinin getirdiği bozulma sebebiyle dinî temelli ahlâkî değerlerimizi de kaybettik. Bu durum bizde sütün ya da yoğurdun bozulması gibi değil tereyağının bozulması (zehire dönüşmesi) gibi bir etki yaptı.

Diğer yandan, bizdeki resmî ideoloji ile bütünleşik olan ve uzunca süre devletin temel kurumlarında ve politikalarında etkili olan militan laikler, Batı’daki laiklik telâkkisini Türkiye için zararlı gördüler. Onların amacı, anayasal demokratik laiklik değil, dışlayıcı militan laiklik olduğu için, Batılı manada dinî ve siyasî çoğulculuğun teminatı olan laikliğin getirilmesine şiddetle karşı çıktılar. Bu amaca yönelik partiler kapatıldı, darbeler yapıldı. Ama son zamanlarda bu yöndeki direncin büyük ölçüde kırıldığı söylenebilir.

Soru: Devleti doğru zemine çekmenin yolu nedir?

Cevap: Her noktada deformasyon olunca sadece eleştirmeyi iyi bir şey zannetmeye başlıyoruz. Güç başkasının elinde iken o gücün kendisine itiraz edenler bir şekilde gücü elde edince ya da elde ettiklerini zannedince bu kere o gücü kendileri kullanmaya çalışıyorlar, ama fark etmiyorlar ki aslında o güç kendilerini esir almış oluyor. Gücü elde eden onu sınırlandırmaya değil, gücü kendi fikriyatı ve hatta ideolojisi için kullanmaya başlıyor. YÖK’ü kaldırma örneği bu konuda tipik bir örnektir. Bir gün YÖK’te etkili bir konumda olan birisine, “Bu YÖK’ü kaldırmak lâzım, tam zamanı” dedim. Muhatabım dedi ki, “Mümkün değil, çünkü güç el değiştirdi. Güç, herkes için lezzetli ve kullanışlı bir araçtır. Kimse ondan vazgeçmek istemiyor” dedi.

Bizler insan olarak, mü’min olarak, nasıl bir yönetici olmamız gerektiğini düşünüp bulmadıkça, yani adalet ve liyakati öne çıkarmadıkça bu durum devam eder.

Soru: Laikliğin en önemli boyutlarından biri olan Diyanetin pozisyonu meselesini de konuşmamız lâzım. Bu konu için sorudan önce iki örnek vereyim. Mehmet Kutlular Ağabey 1999 depreminden sonra mealen “bu deprem bize İlâhî bir ikazdır, devletin dindarlara zulmetmesinin yanlışlığını hatırlatır, devlet yöneticileri ders almalı” dedikten sonra hakkında ceza dâvâsı açıldı, yargılandı. Uzun hikâye. Ama aynı dönemde başka bir şey oldu. Başbakan’a bağlı Diyanet İşleri Başkanı’nın talimatıyla hazırlanan hutbe neredeyse bütün camilerde okundu. Hemen hemen “deprem bir doğa olayıdır, -haşa haşa- Allah bu işlere karışmaz” mealinde ve doğrudan doğruya iman esaslarına aykırı sayılabilecek şeyler söylendi. Aklı başında herkes yanlış buldu ve cami çıkışında hocalara itiraz edenler oldu. Onlar da kendilerini savunurken 28 Şubat sürecindeki korkuları savuşturmak için mecbur kaldıklarını söylemeye kalktılar. Bunun bir benzeri 15 Temmuz meş’um hadisesinden sonra oldu. Mehdi, deccal, Hz. İsa gibi meselelerde tavır alabilmek adına yine siyasilerin talimatıyla hazırlatılıp okutulan ve Peygamberimizin (asm) ahir zamandan haber veren hadislerini ve dolayısıyla gelecekten haber verme manasındaki mu’cizelerini tümüyle inkâr eden şeyler söylendi. Bütün bunlar ve çok sayıda başka örnekten de gördüğümüz üzere, devletin elinde kalan, özerkleşememiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı doğru laiklik açısından da ciddî bir problem gibi görünüyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Felsefî anlamla laiklikle alâkalı izahat kapsamında demiştim: Devletin dinlerle alâkası iki türlü olur.

Birincisi onunla savaşıp yok etmeye ve bilhassa toplumdan söküp atmaya çalışmak. Bu durum geçen yüzyılda bilhassa komünist ülkelerde göründü.

İkincisi de din üzerinden topluma müdahale ederek dinin muhtevasını dönüştürmek. Meselâ, CHP’nin tek parti döneminde yaptığı şey bu ikincisidir. Meselâ, o dönemde Türkçe ezan uygulaması, kanunla filan değil, 1932 yılında Diyanetin çıkardığı bir genelgeyle başlamıştır. Esasen Diyanetin başlangıçta ortaya çıkış sebebi de militan laiklik uygulamaları kapsamında devletin toplumu sekülerleştirme aracı olarak tasarlanmış olmasıdır. Sonra kendisini biraz dine hizmet amacına uygun hale getirmeye başlamış. Şimdiki arızalar da baştaki kurgunun devamı olarak ortaya çıkıyor.

Soru: Din ve vicdan hürriyeti insanların istediğine inanmasını istediği gibi yaşamasını ve istediğini sevip sevmemesini garanti altına alır. Sevip sevmeme açısından bakıldığında bugün geldiğimiz noktada bilhassa ciddî bir kırılma yaşıyoruz. Hâlbuki devletin sevmek ve nefret etmek gibi kavramlarla alâkasının olmaması lâzım. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Çoğulcu bir toplumda “ya sev, ya terk et” denilemez. İnsan bugün sevdiğinden yarın nefret edebilir. Kendi tercihidir. Devleti ilgilendirmez. “Bizim partiye taraftarsan iyisin, hatta meleksin, karşı partiye taraftarsan şeytansın” anlayışı da böyle. Herkes bir partiye oy verebilir. Oy vermek ayrı bir şey, farklı olanlara düşman olmaya kalkmak veya düşmanlığı teşvik etmek ayrı bir şey.

Devlet insanların birbirinden nefret etmesini engellemeye çalışsın, ama devletin insanları birbirinden nefret ettirmeye çalışması kabul edilemez. Nitekim demokrasiye geçtiğimiz Menderes döneminde ve sonrasındaki çatışmalar hep böyle uçlarda yaşanmasından doğdu. Bu da siyasette müzakere ve uzlaşma kültürünün tam yerleşmiş olmamasından kaynaklanıyor. Devletin gönül işlerine taraf olmaya hakkı yok. Bunlar vicdan hürriyetini zorlayan uygulamalar. Özetle bu sorunun cevabı da yine çoğulcu anlayışın ve kültürün yerleşmesi ile ilgili.

***

Prof. Dr. Sacid Adalı: Çare devleti küçültmektedir

Prof. Dr. Adalı seminerin son kısmında söz alarak şunları söyledi:

Türkiye Hukuk düzeni açısından “başı garpta, ayakları şarkta, gövdesi muallakta” olan bir varlık olarak da tavsif edilebilir. Toplumlar da insanlar gibi canlıdır. Uzviyet hali sebebiyle toplumlar ve devletler de yaşadıkça yaşlanır. Önemli olan devlete bir tür ebediyet rengi verebilmek ve hep yeni ve taze olmaktır. Bütün mesele bunu başarmaktır.

Laiklikle ilgili teoriler de aslında yaşanılan hayat pratiklerinden çıkarılan sonuçlardır. Yaşanılana bakarak daha tutarlı olmak da mümkündür.

Bizim toplumumuzda etki tepkiyi getiriyor. Yeni cumhuriyet kurulurken çok sayıda cemaat ve tarikata karşı bir tepkinin ortaya çıktığını biliyoruz. Demek Osmanlının son döneminde de çok sayıda cemaat ve tarikattan bazıları devlete nüfuz etmiş durumdalarmış ki birileri yeni kurulan devleti bunlardan kurtarmak bahanesiyle dini de hasım olarak görmüşler.

Bu nesil 28 Şubatı gördü. Şimdiki nesil bir evvelkine tepki olarak ortaya çıktı. Tepkilerimizi çok sert ifade ediyor ve yumuşak geçişler yapmakta aciz kalıyoruz. Başka bir boyuta geçerek meselelere dolaylı biçimde el atmak belki daha doğru olur:

Belki de çare devleti küçültmektir. Şimdiki haliyle devlet o kadar nemalı, o kadar cazip, çekici bir varlık ki ona sahip olduğunuz zaman güç kazanıyorsunuz. Güç kazanınca kuralları kendiniz koymaya başlıyorsunuz. Gücü eline geçiren hukukun dışına çıkabiliyor ve ideolojik bir yapı doğuyor. “Ya bendensin ya da düşmanımsın” dediriyor. Bu da insanları “senden olmayacağım, ama başıma bir dert gelmemesi için mecburen senden görüneceğim” noktasına getiriyor. Bu ise eskiden beri görüp tenkit ettiğimiz şeyi, takiyyeyi ve ikiyüzlülük, üçyüzlülük ve saireyi doğuruyor.

Devleti bu kadar güçlü ve büyük ve herşeye nüfuz eden herşeye karışan bir devlet olarak tutmamız gerekmiyor. Doğru usûl ve yollarla devleti küçültelim ve çok büyük ve azman bir gücün tasallutundan toplumu kurtaralım. Devlet gücünü eline geçirenler de neticede insanlar. Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır denilmiştir. Hepimiz kendimizden biliriz. Bu sebeple devleti küçültmek ve hak ve hürriyetleri geliştirmek lâzımdır.

Demokrasinin cazibesine kapılmak iyidir. Ama unutmayalım ki demokrasi olgun insanların rejimi. Oturmamış bir toplumda, hakkını hukukunu bilmeyen insanların elinde salt demokrasi bir kargaşa kaynağı da olabilir. Demokrasiyi hak ve hukukla sınırlamak lâzımdır. Devlet de vatandaş da hakkını hukukunu ve vazifesini bilmeli.

Okunma Sayısı: 4018
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Feyzullah Ayhan

    30.4.2020 22:24:13

    Müslümanın vazifesi Emr-i bil ma'ruf Nehy-i Anil münker'dir.Hata aynı anda hatırlatılmaz ,düzeltilmezse hatayı yapan yanlışının farkına varmaz ,hem de efkar-ı amme hatalı bilgilere sahip olur,yanlışı doğru zanneder.Yani demir tavında dövülür.Bu gün Diyanet hatalı yoldadır, boğazına adar siyasete bulaştı.Bu büyük hatadır.Çünkü din siyaset(günümüz siyaseti) üstü bir kurumdur.Uumumun malıdır.Din birinin uhdesinde gösterilse zulüm olur.Din siyasi hizipler gibi halkı bölmez,farklı görmez.İnanan herkese eşit mesafededir.Diyanet la yüsel değildir.Risale-i nurun diyanetçe basımını durdurması büyük bir hatadır.Hatırlatmak suç mudur?Boğazına hadar siyasi davranıyor diyanetçiler hatırlatmak suç mudur?Minberler ,kürsüler siyasetin emrine verilmiş ,hatalı olduğunu söylemek yanlış mıdır?Geçmişte bir syasetçi”yahu hırsız ise de bizim hırsızımızdır” demişti.Şimdi biz de kalkıp yahu Diyanet siyasallaştıysa da,yanlış yapıyorsa da bizimdir mi demeliyiz?Ya elinizle ,ya dilinizle veya kalbinizle ..

  • Mehmet

    30.4.2020 04:48:26

    Hocam önce şunu ifade edeyim; Şu zaman dilimi Diyanet in hatalarının konuşulma zamanı mı? Müslümanlar müşterek değerler üzerinde durarak ortak hareket etmesi gerekmiyor mu? Kaldı ki Diyanet bu konuda hakkı söylemiştir, doğrusuna doğru diyelim ve lütfen bu aileyi hedef alan sapkın harekete karşı beraber duralım. Son olarak bir soru sorsam; En uygar, en çağdaş toplum olarak kimleri gösterebiliriz? Allah rızası için Kuran da Allah azze ve celle nin medh ettiği bir topluluk var, yani sahabeler. Onlar bize örnek gösterilmiştir. O zaman Batı nın malı olan demokrasi ne demek! Yani öyle bir konuma gelindi ki, Avrupalı ya demokrasiyi öğreteceğiz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı