"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Esirken bile hürdü

11 Kasım 2011, Cuma
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA RUSLARA ESİR DÜŞEN BEDİÜZZAMAN, BİR GÜN ESİR KAMPINDA İKEN, TEFTİŞ İÇİN GELEN RUS KOMUTANI NİKOLA NİKOLAVİÇ KARŞISINDA AYAĞA KALKMAMIŞ, SEBEBİ SORULDUĞUNDA İSE: "BEN MÜSLÜMAN ÂLİMİYİM. KALBİMDE İMAN VARDIR. BEN ONA KIYAM ETSEYDİM, MUKADDESATIMA HÜRMETSİZLİK YAPMIŞ OLURDUM." DEMİŞTİR.

DURRİYE (DURRI) HANIMIN OĞLU
Ubeyd, Nursî hanedanından olan Durriye Hanım’ın tek oğludur. Dayısı Bediüzzaman’a küçük yaşlarda talebe olmuştur. Bediüzzaman Hazretleriyle birlikte, Bediüzzaman Van’da Başet Dağı’nda kaldığı yıllarda onunla birlikte olmuştur. Üstad, yeğeninin I. Dünya Savaşı'nda şehit oluşuyla alâkalı hissiyatını şöyle aksettirir: “Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış.” (Mektubat, Yeni Asya Neş. s. 12)    
Şehid annenin şehid oğlu Ubeyd, mübarek Nursî hanedanının şehidler kervanında işte bu şekilde yerini almıştır.

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN BİRİNCİ DÜNYA HARBİNDE BİTLİS MUHAREBESİNDE
ESİR DÜŞTÜĞÜ İLE ALÂKALI BEYANLAR

Kendi ifadesiyle; “Birinci Harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas Cephesinde, Bitlis’te esir düştüm.” (Şuâlar, 496)

Kardeşi Abdulmecit’in beyanı:
“Diyarbakırda Van Valisi Cevdet Bey’in evinde 19 Şubat 1330 tarihinde Cuma gecesi bu tefsirin ilk Arabi nüshasını tebyiz ederken şu şekl-i garib (İşarat’ül-İ’caz’daki başı kesilmiş yılan resmi) tevafuken vaki olmuştur. Ve o gece vukua gelen Bitlis sükûtuyla müellif Bediüzzaman’ın eserine rast gelir. Sanki şu şekl-i garibin şu mu'cizeler ve harikalar bahsinde o gece husûle gelmesi müellifin Ruslara esir düştüğüne ve beraberinde bulunan bazı talebelerin de şehid olarak kanlarının dökülmesine harika bir işarettir. (Said’in küçük kardeşi, yirmi senelik talebesi Abdülmecid.)”

Talebesi Hamza’nın beyanı:
“Ve keza bu nakış (İşaratü'l-İ’caz’daki şekli kastediyor) başı kesilmiş yılanın, kuyruğunu, müellif Bediüzzaman’a sarmış olduğuna ve müellifin yaralı olarak otuz saat ölüme muntazıran su arkının içinde kaldığı yere benziyor ve o vaziyeti alıyor. (Eski Saidin talebesi Hamza)”

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN BİRİNCİ DÜNYA HARBİ BİTLİS MUHASARASINDA
YAPTIĞI VE GÖSTERDİĞİ KAHRAMANLIKLAR İLE ALÂKALI ŞAHİTLERİN İFADELERİ

Birinci görgü şahidi Hacı Şamil Tahran anlatıyor:
“Van’ın düşmesinden sonra savaşın ağırlığı Bitlis’e kaydı. Rus, Ermeni birliklerine karşı en çetin direnişi Bediüzzaman ve talebeleri sergiliyordu. Cephede birkaç kez bizzat gidip gördüm onları. Annemin pişirdiği ekmekleri bizzat sırtlayıp götürüyordum. Babam da onlarla beraberdi. Üstad yediği ekmeğin lezzetini takdir ile bize duâ ederdi.
“Bediüzzaman’ın taşıdığı silâhı başka kimsede görmedim. Ağırdı, pırıl pırıl parlıyordu. Kendisine Enver Paşa’nın hediye olarak gönderdiğini söyledi. Gözüm takılınca bir ara ‘Sana da böyle bir silâh verilse gelip harb eder misin?’ diyerek elime verdi. Neredeyse silâhla birlikte yere düşecektim. O derece ağırdı. Ama mübarek sanki çok hafif bir silâh gibi kayışından tutar omuzuna atar ve kayalıklardan seke seke cepheye doğru çevik adımlarla koşar giderdi. Nişancılıkta talebelerin üstüne yoktu. Bazen atış talimi yaparlardı. Meselâ nişan olarak 50 metre öteye bir sigara dikip ateş ederler o incecik sigarayı bile ortadan vurup ikiye ayırırlardı. Bunları bizzat gördüm.
“Bediüzzaman Ermenilerin kadın ve çocuklarına dokunulmamasını ve eziyet edilmeden serbest bırakılmasını tavsiye ediyordu. Önceden bir tek ferdi dahi sağ bırakmayan Ermeni fedaileri bu durumu öğrendikten sonra onlar da masum sivilleri öldürmekten vazgeçtiler. Böylece bilhassa köylerde bir derece rahatlama oldu.
“Aylar sonra Bitlis’te göğüs göğüse çarpışmaların olduğunu duyduk. Bir çatışma anında Üstad’ın yeğeni 17 yaşındaki Ubeyd alnından vurularak şehid edilmiş, Ubeyd o gün bayramlık elbiselerini giymiş, kalenin önünde vurulmuş. Ayrıca Üstad Bediüzzaman’ın da yaralı halde esir edildiğini öğrendik. Haliyle çok üzüldük, ama Üstad’ın esir iken dahi Ruslara söylediklerini duyduğumuzda yine de ümitleniyor, moral buluyorduk.
“Rus kumandanının Üstad’a mağrurane, ‘Aşiretlere haber gönderin getirip silâhlarını teslim etsinler, biz de bir müddet buradan çekip gidelim.’ teklifine karşı ise Üstad Bediüzzaman karşılık vermiş: ‘Siz beni esir aldınız, ama Bitlis’i asla geçemeyeceksiniz! Çünkü sizin de kuvvetiniz kırıldı. Tâkatınız kesildi. Siz böyle bir teklifi gidin Ermenilere yapın, onlar silâhlarını teslim edip bize tabi olsun. Musalaha böyle sağlansın.’ Sonra Üstad Bediüzzaman’ı yaralı halde alıp Rusya’ya doğru götürmüşler.” (Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Latif Salihoğlu, Hacı Şamil TARHAN’la bizzat Hizan’da 1996 senesinde konuşmuş olup, gazetenin 18 Nisan 2005 tarihli nüshasındaki ”Bedesten” isimli köşesinde yayınlamış olduğu yazısından)

İkinci görgü şahidi Hulusi Bitlisi (1881–1967) anlatıyor:
“Rus’un ilk saldırısında Bitlis’teki aileler Bitlis’ten uzaklaştırılırken Bediüzzaman da milis kuvvetlerinin ordu arkasından Nurşinli Hazretin de bulunduğu bir meclisteki münakaşayı Bediüzzaman şu sözlerle bitirdi: ‘Lüzumsuz lâfları bırakalım, elbirliğiyle mukaddes yurdumuzu kurtaralım. Aileler çıksın, erkekler memleketi terk etmesin.’ Velhâsıl birinci hicretle ordu ve milislerin müşterek gayretiyle düşman Bitlis’e giremedi. Birkaç ay sonra ikinci hicret başlamadan evvel, Bediüzzaman talebeleriyle Van Cephesi’nden Bitlis merkezine döndü. Halkı takviye ile tergibe, nasihata koyuldu. (Diyarbakır’a sevk ve nakle memuriyetim dolayısıyla) Bitlis’ten ayrıldığım sabahı takip eden günün gecesinde, hain Ermenilerin rehberliğiyle düşman Dideban eteklerinden Bitlis’e akarken Bediüzzaman’ın şehir içinde bile göğüs göğüse düşman süvarileriyle çarpışırken bir ayağından yaralanıp esir edildikten sonra mahalle başındaki kışlaya nakil olunduğunu, oradan da Rusya’ya daha sonra da Sibirya’ya kadar sürülmüş olduğunu işittim.” (Ehl-i Sünnet mecmuası, C: 2/47 den naklen, Son Şahitler. 1. 146)

Üçüncü görgü şahitlerinden Molla Münevver
Molla Münevver Bediüzzaman Hazretlerinin eski talebelerindendir. 1881’de doğmuş, 1971 tarihinde vefat etmiştir. Mezarı Van’da Akköprü mezarlığındadır. Hayatta iken, Birinci Dünya Savaşı ile ilgili sık sık anlattığı hatıralarından Bitlis muharebesiyle alâkalı olan bir kısmı şöyledir:
“Birinci Dünya Harbi başlayınca, Bediüzzaman hocalığı bırakarak gönüllü alay kumandanı oldu. Bizlerden de isteyenler onunla birlikte harbe iştirak etti. Ben kendileriyle Gevaş ve Bitlis harblerinde bulundum. Kış bastırmıştı, her taraf kardı. Bitlis’te Üstadla birlikte birkaç talebe kalmıştık. Bütün arkadaşlarımız şehid oldular. Geceleyin yüksek bir duvardan atlarken Üstad’ın ayağı kırıldı. O ıztırap anında hiç şikâyet etmiyor, of bile demiyordu. Otuz altı saat soğuk, kar, çamur içinde bir dehlizde kaldık. İleride Rus nöbetçileri gözüküyordu. Dehlizin üzerinden de Rusların seslerini işitiyorduk. Üstad sonra Abdulvahap isimli arkadaşımıza; ‘Sen çeviksin git teslim ol Rusların eline; Ermenilerin eline düşme, biz de sonra teslim oluruz’ dedi. Az sonra da Ruslar gelerek bizi alıp kumandanlarının yanına götürdüler. Kumandan Türkçe bilmediğinden Ermenilerden bir tercüman getirdiler. Arkadaşımız Abdülvahap da biraz Rusça biliyordu. Ermeni tercümanın Üstad’ın sözlerini yanlış aktardığını Üstad’a bildirdi. Bunun üzerine Üstad hiddetlenerek Müslüman bir tercüman getirmelerini istedi. Az sonra Tatarlardan bir tercüman getirdiler. Rus kumandanı Üstad’a; ‘Siz tanınmış ve nüfuzlu bir kumandansınız. Aşiretlere birer mektup yazarak gelip teslim olmalarını bildirin, gelsinler anlaşma yapalım. Yine buraları bırakıp gideriz.’ deyince Üstad hiddetlendi, cevaben: ‘Siz Ermenilerin silâhlarını toplayın, onlar bizim himayemize girsinler, o zaman sizinle anlaşırız’ dedi. Rus kumandanı; ‘Bitlis ve Muş civarında otuz beş bin Ermeni var, bunların silâhlarını toplamak mümkün değil’ dedi. Üstad yine hiddetlenerek; ‘Biz bunlara bu kadar hürriyet verdiğimiz halde başımıza bu felâketi getirdiler. Çoluk çocuk dinlemeden katliâm yaptılar. Geri kalanları da, çeşitli desiselerle onları da kırdırmak mı istiyorsunuz? Bütün dağ taş senin askerinle dolu olsa bile, delikli taşı geçemeyeceksiniz.’ Daha sonra Üstadı ve Said isminde bir talebesini yanına aldırarak bizden ayrılıp onu Rusya’ya sevk ettiler” (Son Şahitler 1:51)

Dördüncü görgü şahidi: Ali Aras (Ali Çavuş)
Ali Aras, aslen Van’ın Çoravanis Köyü’ndendir. Şahsen kendisini görüp tanışma nasibine eremedim, fakat başta oğlu Fevzi Aras ve diğer aile fertleriyle yakından tanışır, konuşuruz. Büyük oğlu Fevzi Aras’tan rahmetlinin Bediüzzaman Hazretleriyle alâkalı hatıralarını istediğimde bana, rahmetlinin hayatta iken anlattığı ve oğlunun da anlatılanları olduğu gibi yazıyla kaydettiği bütün hatıraları bir tomar halinde bize vermişti.
Ali Aras, nam-ı diğer Ali Çavuş, Bediüzzaman Hazretlerinin ilk talebe ve hizmetkârlarındandır. Bediüzzaman Hazretleriyle Birinci Cihan Harbinde Van’ da ve Bitlis savunmalarında beraber olup savaşmıştır. O yıllara dair hatıraları Son Şahitler’de ve bizde mevcuttur. Ali Aras’ın diğer önemli bir husûsiyeti de Bediüzzaman’a harp sonrası Erek Dağı’nda da uzun yıllar hizmet etmiş olmasıdır. Zaten oturduğu köy Erek Dağı’nın eteklerindedir. Gerek Birinci Cihan Harbi hatıraları ve gerekse esaret sonrası Üstadın Erek Dağı’na gelip kalması zamanlarına dair hem uzun ve hem de çok hatıraları mevcuttur. Biz bizde olan ve Son Şahitler’de de kayıtlı bulunan, Birinci Cihan Harbi’nde Üstadla ve Harble alâkalı hatıralarını, bizdekilerle aynı olanları dolayısıyla -umuma mâl olduğundan- Son Şahitler’deki kayıtlı şekliyle aktaracağız.
Merhum Ali Çavuş, 1965 yılında vefat etmiştir. Ve mezarı da kendi köyü olan Çoravanis Köyü’ndedir. Bu değerli görgü şahidinin hatıraları şöyledir:
“Ruslar üç koldan taarruza geçip bizi Bitlis boğazında mahsur bıraktılar. Yedi gün Ruslara karşı geceli gündüzlü muhasara yapıldı. Üstada üç mermi isabet etti. Biri sağ omuzuna, bir diğeri hançerinin kabzasına, diğeri de tütün tabakasına. O zaman bu olaya şahit olan nizamiye alayı kumandanı Kel Ali, Üstad’a; ‘Bediüzzaman, size kurşun da tesir etmiyor.’ deyince, Üstad da ona; ‘Allah insanı muhafaza ederse top mermisi de insanı öldürmez..’ diyordu.
“Bir haftalık şiddetli bir mukavemetten sonra Bitlis’e giremeyen Ruslar, Bitlis-Tatvan yolu üzerinde bulunan Papşin Hanı’nı tahliye edip geri çekildiler. Ermenilerin rehberliğiyle Bitlis’in cenubundaki Güzeldere yolunda Simek Nahiyesi üzerinde Bitlis-Siirt yolunu kesip Araplar Köprüsü’nü tuttukları görüldü. Gece yarısından sonra Bitlis’e taarruza geçtiler. Şiddetli muharebeler cereyan etti. Bu arada Üstad Bediüzzaman’ın çok sevdiği yeğeni Ubeyd ve çok sevdiği kıymettar talebe arkadaşları şehid oldular.
“Ruslar şehirde bulunan üç köprüyü de tutmuş olduklarından Üstad Hazretleri şehrin karşı tarafına geçmek istedi. Şimdiki Kasımpaşa İlkokulu’nun yanında büyük binanın altındaki su kemerinin üstünden aşağıya atladık. Su üzeri tamamen karla kaplı olduğundan, vaktin de gece olması dolayısıyle, yeri tahmin edememişiz ki, bu arada Üstad’ın sağ ayağı taşa değmiş ve kırılmıştı. Bana kemerin içinde daha münasipçe bir yer göstererek; ‘Ali beni oraya götür sana izin veriyorum. Git inşallah kurtulursun’ dedi. Ben kendilerini o yere götürüp oturttum. Benim, müessirane -gitmemi arzu ettiyse de- gitmeyeceğimi ve beraberce şehid olacağımı söyleyince, başımı eliyle sıvazlayarak; ‘Dayı heyran kader bizi esir etti’ dedi. Ben de kadere teslimiyetimi izhar ettim. Su içerisinde otuz altı saat kaldık. Bu arada su kemerinin üstündeki binayı da Ruslar işgal etmişler sesleri aşağıdan işitiliyordu. Birden kaldığımız yeri elli kişilik bir Rus müfrezesi bastı. Bizi alıp Rus karargâhına götürdüler. Orada Üstad bacak bacak üstüne atıp sigarasını sararken onlarla konuşuyordu. Sanki onlar esir, Üstad hürdü. Orada esirken bile hürdü. Yaralarının ve kırık ayağının tedavisi için bir müddet Bitlis ve Van da kaldıktan sonra oradan da Rusya’nın Culfa şehrine sevk ettiler.” (Son Şahitler: 1.c. sh. 64)

ESARET YOLCULUĞU VE ESARET HAYATI
“O esaret hadisesi doğrudur. Fakat şahidim olmadığı için tafsilen beyan etmemiştim. Yalnız bir manga beni idam etmek için geldiğini bilmiyordum.” (Şuâlar, s. 448)

BEDİÜZZAMAN’IN ESARETE YOLCULUĞU
Birinci Dünya Harbinde Ruslar tarafından Bitlis’te 16 Şubat 1916 tarihinde esir edilen Bediüzzaman Hazretleri, burada Rus karargâhında 27 gün bekletildikten sonra Rusya’ya esaret yerine götürülmek üzere Bitlis’ten alınarak önce Van’a götürülür, sonra da Culfa, Tiflis, Kilogrif ve Kosturma’ya sevk ederler.

Kardeşinin beyanı
Bu olay üzerine küçük kardeşi Abdülmecid Efendinin bir beyanı vardır. Bu beyana göre, Üstad’ın esaret yerine sevk edilmek üzere Sibirya’ya nakli için Van’a götürülmesi esnasında Ruslara iltihak etmiş olan bazı ağalar Bediüzzaman’a; “Biz seni Rus kumandanlarından alırız. Fakat bize reis olup dâvâmızı yürütecek isen..” şeklinde teklifte bulunurlar. Üstad bu teklife cevaben çok sert bir ifade ile; “Ben Müslüman Türk Milleti aleyhine çalışamam, esareti riyasete tercih ederim!” demiştir. Daha sonra bir miktar kaldığı Van’dan alınarak Rusya’ya esaret yolculuğu da başlamış olur. Bu olay çok dikkat-i calip bir gerçek olarak tarihe mâl olur.

ESARET HAYATI
Bediüzzaman Hazretleri Birinci Dünya Harbinde yaptığı kahramanca müdafaalarının sonucunda Bitlis’te Ruslara esir düşerek Rusya’ya götürülür. Esaret hadisesiyle alâkalı olarak kendi beyanları da mevcuttur. Esaretiyle ilgili Üstad şöyle diyor: “O esaret hadisesi aslı doğrudur. Fakat şahidim olmadığından tafsilen beyan etmemiştim. Yalnız bir manga(nın) beni idam etmek için geldiğini bilmiyordum, sonra anladım. Ve Rus kumandanı tarziye için Rusça birşeyler söyledi, ben bilmedim. Demek hazır bulunan ve bu hadiseyi gazeteye ihbar eden Müslüman yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar 'Affet' demiş.” (Şuâlar, s. 448)

KAMPTAKİ HADİSE
Bediüzzaman’ın akıllara hayret veren bir seciyesi de Ehl-i Sünnet Mecmuası’nın 15 Teşrin-i Evvel 948 tarihli nüshasında neşredilmiş olup, bu makale Ehl-i Sünnet Mecmuası’nın sahibi olan avukat bir zâta aittir.
“Ben Birinci Cihan Harbinde Bitlis mevkiinde yaralı olarak esir olurken, Bediüzzaman da o gün esir düşmüştü. O Sibirya’ya gönderilmiş, en büyük esirler kampında idi. Ben Bakü’nün Nangün Adasında idim. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bediüzzaman’ın önünden geçen Nikola Nikolaviç’e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kımıldamıyor. Başkumandanın nazar-ı dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahane ile önünden geçiyor. Yine kımıldamıyor. Üçüncü defasında önünde duruyor, tercüman vasıtasıyla aralarında şöyle bir muhavere geçiyor:
“Beni tanımadılar mı?”
“Evet, tanıdım. Nikola Nikolaviç, Çarın dayısıdır, Kafkas Cephesi Başkumandanıdır.”
“O halde ne için hakaret ettiler?”
“Hayır, affetsinler, ben kendilerine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım.”
“Mukaddesat ne emrediyormuş?”
“Ben Müslüman âlimiyim. Kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben ona kıyam etseydim, mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben kıyam etmedim.”
“Şu halde, bana imansız demekle benim şahsıma, hem ordumu, hem de milletimi ve Çar’ı tahkir etmiş oluyor. Derhal divan-ı harp kurulunda isticvab edilsin.”
Bu emir üzerine divan-ı harp kuruluyor. Karargâhdaki Türk, Alman ve Avusturya zabitleri, ayrı ayrı Bediüzzaman’a rica ederek Başkumandan’a tarziye vermesi için ısrar ediyorlar. Verdiği cevap bu oluyor:
“Ben âhiret diyarına göçmek ve huzur-u Resulullah’a varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben imanıma muhalif hareket edemem.”
Buna karşı kimse sesini çıkarmıyor, neticeyi bekliyor. İsticvab bitiyor. Rus Çarı’nı ve Rus ordusunu tahkir maddesinden idam kararını veriyorlar. Kararı infaz için gelen bir manga askerin başındaki subaya kemâl-i şetâretle, “Müsaade ediniz, on beş dakika vazifemi îfa edeyim” diye abdest alıp iki rekât namaz kılarken, Nikola Nikolaviç geliyor, kendisine hitaben: “Beni affediniz. Sizin beni tahkir için bu hareketi yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanunî muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatın emirlerini îfa ediyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiş; dinî salâhatinizden (salihliğinizden) dolayı şâyân-ı takdirsiniz. Sizi rahatsız ettim, tekrar tekrar rica ediyorum, beni affediniz” diyerek verilen idam hükmünü geri aldırır. Bediüzzaman iki buçuk sene kadar Sibirya taraflarında esarette kalır. Bütün hayatını fisebilillah Kur’ân’a, İslâmiyete, Sünnet-i seniyyenin ihyasına hasr ve vakfeden bu fedakâr-ı İslâm, buralarda da katiyen boş durmaz. İçerisinde bulunduğu muhiti tenvir ve irşad için çalışır. Bu müddet içinde kendisiyle beraber esarette bulunan zabitlere dersler veri(r)yordu. Birgün doksan zabit arkadaşına ders verdiği sırada, bir Rus kumandanı gelir, siyasî ders veriyor diye dersine mani olursa da faaliyetinin dinî, ilmî, içtimaî olduğunu öğrenince serbest bıraktırır.
Nihayet esaretten firar ile kurtulup Petersburg ve Varşova’ya gelmeye muvaffak olur. Bilâhare Viyana tarikıyla H. 1334 senesinde İstanbul’a teşrif eder. (Tarihçe-i Hayat, s. 103)

DEVAM EDECEK
 
MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ
Okunma Sayısı: 4040
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Bilâl Tunç

    11.11.2011 00:00:00

    Gayûr Yazarımız,
    Takdir edersiniz ki, bu çeşit araştırmalarda sâdece bilgilerin kaynaklardan doğru kopyalanması güvenirlik için yeterli olmuyor.. Öncelikle, iktibas edilen bilgilerin mihenge vurulması, yanlışların hiç değilse dipnotlarla düzeltilmesi gerekiyor..
    Dizinin bu bölümünde kaynaklardan alınan bilgilerin doğru/yanlış demeden aktarılmasından kaynaklanan hayli sehivler var.. Gözüme ilişenleri nazar-ı dikkatlerinize sunuyor, gereğini arz ediyorum.
    1) 19 Şubat 1330
    2) Ruslara karşı geceli gündüzlü muhasara yapıldı. [kaynaktan yanlış alınmış / B. T.]
    3) 16 Şubat 1916
    4) Kilogrif
    5) Nikola Nikolaviç, Çarın dayısıdır
    6) iki buçuk sene kadar Sibirya taraflarında esarette kalır.
    7) H. 1334 senesinde İstanbul’a teşrif eder.

  • Bilâl Tunç

    11.11.2011 00:00:00

    2 numaralı sehvin doğrusu; B.S.Nursî, Mufassal Târihçe-i Hayât, 1998, C-I, S.388, 4. satırda var:
    Ruslara karşı geceli gündüzlü MÜDÂFAA yapıldı.
    Diğerlerine,
    www.risaletashih.com
    ‘dan ulaşılabilir..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı