Dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip ülkesi olan Endonezya, iklim değişikliğine karşı son derece savunmasız. “Yeşil İslâm” adlı ulusal bir hareket, tüm vatandaşları yeryüzüne sahip çıkmaya çağırıyor.
Dizi-3: Prof. Dr. İbrahim Özdemir
Üsküdar Üniversitesi Çevre Ahlâkı Platformu Başkanı
—Dünden devam—
Suyun Üzerindeki Köy: Endonezya’nın Bana Öğrettikleri
Christian Science Monitor’da yayımlanan “Yeşil İslâm ile iklim eylemi dinî bir görev ve toplumsal bir dayanışma hareketidir” başlıklı yazıyı okuduğumda, içimde 20 yıl öncesinin hatıraları canlandı.
Endonezya’daki İslâmî okulların ve camilerin çevre sorumluluğunu kudsî bir görev olarak benimsemesini anlatan bu yazı, bana yalnızca bir haberi değil, bizzat yaşadığım bir gerçeği hatırlattı.
Çünkü ben, bunlara şahsen şahitlik ettim.
2005 yılında Endonezya’nın Yogyakarta şehrindeki Gadjah Mada Üniversitesi Yaz Okulu kapsamında düzenlenen “Ekoloji ve Din” seminerine hoca olarak katılma fırsatım olmuştu.
Seminerin yürütücüsü, din ve ekoloji alanında öncü bir isim olan Harvard Üniversitesinden tanıdığım Prof. Dr. Mary Evelyn Tucker idi. Onun zarif ve derinlikli rehberliğinde, özellikle İslâm’ın doğayla ilişkimizi nasıl şekillendirdiğini tartıştık.
Ancak bazı dersler vardır ki, sınıfta değil, hayatın içinde öğrenilir.
Bir gün seminerin ardından, programa katılan yerel bir imam bizi köyüne davet etti.
“Gelin,” dedi, “Bizim gölle, ormanla ve tarlayla nasıl yaşadığımızı görün.”
Bu daveti geri çeviremezdik.
Ertesi sabah, 300 kilometreden fazla yol kat ettik.
Uzun yol boyunca pirinç tarlaları uzanıyor, insanlar çıplak ayakla güneşin altında çalışıyor, ufukta ise devasa volkanlar sessizce âdeta gökyüzünü gözetliyor; arada bir de öksürüyorlar. Çıkardıkları dumanı görüyorduk.
Manzara nefes kesiciydi.
Ama bizi asıl büyüleyen şey, vardığımızda gördüğümüz manzaraydı: Köy, bir gölün üzerinde kurulmuştu.
Evler suyun üzerinde yüzüyor, çocuklar okula küçük kayıklarla gidiyor, aileler hem balık yetiştiriyor, hem de yağmur suyu biriktiriyordu.

Göl hakkında konuştuklarında sadece bir su kaynağından değil, hayatlarının mukaddes bir ortağından bahsediyorlardı.
Çevreci olmak gibi modern kavramlar kullanmıyorlardı, ama emanet bilinciyle, tabiata zarar vermemeyi içselleştirmiş bir hayat tarzı sürdürüyorlardı.
Kur’ân’daki “mizan” (denge) ve “emanet” ilkeleri burada, yaşayan bir ahlâk hâline gelmişti.
O gün birlikte yemek yedik, sohbet ettik, dua ettik.
En önemlisi ise, dinî ekolojinin teoriden çok bir yaşam ritmi olduğunu kendi gözlerimizle gördük.
Bugün Endonezya’daki Yeşil İslâm hareketini anlatan o haberi okurken şunu fark ettim:
O köy bir istisna değildi.
Aksine, büyümekte olan bir uyanışın sessiz bir örneğiydi.
Ve bu uyanış, tam da bu çağda—iklim krizlerinin, çevresel yıkımların ve toplumsal kırılmaların gölgesinde—en çok ihtiyaç duyduğumuz şeydi.
Suyun üzerindeki o köy hâlâ benimle.
Yalnızca bir hatıra olarak değil, bir model olarak. Bana şunu öğretti: Yeryüzüne gösterdiğimiz özen, inancımızdan ayrı değildir. O özen, inancımızın ta kendisidir.
Eğer İslâm’ın çevre etiğiyle ilgileniyorsanız, “Al-Mizan: Dünya İle bir sözleşme” adlı küresel girişimin meyvesi olan kitabımızı incelemenizi tavsiye ederim.
Mizan’ın çağrısı, inançla doğa arasında yeniden bir bağ kurmayı amaçlıyor.
Kitabı indirmek ve incelemek için: https://uuyayinlari.com/mizan-dunya-ile-bir-sozlesme
Endonezya Örneği
“Yeşil İslâm” ile iklim hareketi hem dinî bir görev, hem de toplumsal bir dayanışma hareketi.
Sara Miller Llana
1 Mayıs 2025, Christian Science Monitor
Çev.: İbrahim Özdemir, Üsküdar Üniversitesi.
İstiklal Camii dünyanın Dünya Bankası tarafından yeşil sertifikaya sahip ilk mabet. Jakarta, Endonezya. 23 Şubat 2025
Saat 15:00’te okul zili, bir gong sesiyle çalınıyor.
Gökyüzü gök gürültüsüyle sarsılırken, İkindi ezanının sadası havaya yayılıyor.
Cakarta’nın dışında yer alan Daarul ‘Uluum Lido adlı İslâmî yatılı okulda lise öğrencileri sınıflarından çıkıyor, seccadelerini alıp kampüsün kenarındaki parlak yeşil renkli küçük mescide doğru yöneliyorlar.
Bu yaklaşık 300 Müslüman öğrencinin—kız ve erkek—günlük ibadeti hayatın bir parçası olmuş. Arapça dilbilgisi, matematik ve fen bilimlerinin yanı sıra Kur’ân ve İslâm hukuku da öğreniyorlar. Ancak bu okulun dikkat çeken derslerinden biri, Müslümanların yeryüzüne nasıl iyi birer emanetçi (halife) olması gerektiğini öğreten çevre bilinci dersleri.
Neden Bu Haberi Yazdık?
Sorumluluk odaklı bir hikâye.
Dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip ülkesi olan Endonezya, iklim değişikliğine karşı son derece savunmasız. “Yeşil İslâm” adlı ulusal bir hareket, tüm vatandaşları yeryüzüne sahip çıkmaya çağırıyor.
İkindi namazının ardından, gök gürültüsü uzaklara çekilirken, bir grup kız öğrenci taş döşeli dolambaçlı bir yoldan geçerek ormanın içindeki bir seraya yaklaşıyor. Seranın girişinde asılı bir pankartta Kur’ân’dan bir ayet yer alıyor: Bahçenin meyvesini mevsiminde toplayın, ama israf etmeyin.
Serada, dokuzuncu sınıf öğrencisi Zilda Nafiza, ıslak toprak ve taze otların kokusunu içine çekiyor. Plastik hidroponik tüpte yetişen bok choy (bir çeşit Çin lahanası) bitkisinin yapraklarını kontrol etmek için uzanıyor. Bitkinin yetişmesi 40 gün sürebilir, diye açıklıyor. Kullanılmayan ürünler okulun ördek sürüsüne yem olarak verilecek.
Zilda, iki yıldır kız öğrenci sera kulübünün üyesi. Bu uğraş, ona ailesinin evdeki bahçesini hatırlatıyor. Bu bitkilerle ilgilenmeyi sevdiğini söylüyor, çünkü topluluğa hem yiyecek, hem de oksijen sağlıyorlar. “Çevreye karşı duyarlı olmak bir Müslüman için çok önemli,” diyor.
Dokuzuncu sınıf öğrencisi Zilda Nafiza, Pasir Jaya, Endonezya’da bir eko-yatılı okul olan Daarul ‘Uluum Lido’da bitkilerle ilgileniyor, 24 Şubat 2025. (Lindsey McGinnis/The Christian Science Monitor)
Bu bağı öğrencilerine özellikle kazandırmak isteyen isimlerden biri, Zilda’nın öğretmeni olan ve Kur’ân’da çevrecilik üzerine ders veren İslâm âlimi Faizin Zuhri. Kur’ân’da insanların yeryüzüne iyi bakmaları gerektiğine dair birçok öğreti olduğunu söylüyor. Ancak kendisi, bu ayetlerin Müslümanlar tarafından çevresel mesajlar olarak algılanmasının iklim krizi öncesinde pek yaygın olmadığını da ekliyor.
Şimdi ise Cakarta batıyor. Bu 17.000’den fazla adaya yayılan ve iklim değişikliğine karşı oldukça savunmasız olan ülkede seller ve orman yangınları yıkıcı sıklıkla yaşanıyor. Zuhri, bu gerçekliğin Kur’ân’daki mesajları daha görünür kıldığını ifade ediyor:
“Dersler her yerde”
Daarul ‘Uluum Lido, bugün bir eko-yatılı okul olarak anılıyor. Bu okul, dört yıl önce başlatılan Yeşil İslâm (Green İslâm) hareketinin bir parçası. Hareket, dünya çapındaki Müslümanlara iklim krizine karşı öncülük etme çağrısı yapıyor.
Endonezya gibi hem dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip, hem de kültürel olarak en çeşitli ülkelerinden birinde, Yeşil İslâm hareketi toplumu harekete geçirebilecek büyük bir potansiyele sahip. Okullarda, camilerde ve yerel topluluk gruplarında çevre çözümleri için sesler yükseliyor.
Ancak bu hareketin temelinde bilimsel otoriteler değil, ahlaki ve dini bir mesaj var. Bu mesaj Kur’ân’dan besleniyor, din adamları aracılığıyla aktarılıyor ve ülkenin tüm inançlara adalet ve hoşgörü ilkesini temel alan kurucu felsefesiyle destekleniyor.
Faizin Zuhri, 24 Şubat 2025 tarihinde öğrenciler sınıflardan çıkarken onları izliyor. (Lindsey McGinnis / The Christian Science Monitor)
“Yeşil İslâm, Endonezya için büyük bir fırsat. Bu yaklaşım birçok sorunumuzu çözebilir,” diyor Hening Parlan. Kendisi Endonezya’daki büyük reformist Müslüman kuruluşlardan biri olan Muhammadiyah’a bağlı bir ekolojik barış inşa programını yürütüyor.
“Yeşil İslâm Müslüman topluluklarca yürütülüyor, ama kazancı yalnızca Müslümanlara değil, tüm topluma fayda sağlıyor.”
İklim Değişikliğinin Ön Cephesi: Endonezya
Endonezya’nın karşı karşıya olduğu iklim krizleri oldukça derin. Dünya Bankası’nın verilerine göre, başkent Cakarta’nın bazı bölümleri yılda 15 ila 25 santimetre arasında deniz seviyesine batıyor. Bu durumun başlıca sebebi, kontrolsüz yeraltı suyu kullanımı. Ancak yükselen deniz seviyeleriyle bu süreç daha da hızlanıyor.
Bu yüzden hükümet, başşehri Java Adası’nın kuzeyindeki Cakarta’dan, Borneo Adası’ndaki Kalimantan ormanlarında inşası süren yeni şehir “Nusantara”ya taşıma kararı aldı.
Ancak Borneo’nun yanı sıra batıdaki Sumatra adasında da tahıldan deodoranta kadar her şeyde kullanılan palmiye yağına yönelik küresel talep manzarayı değiştirmeye devam ediyor. Son yirmi yılda Endonezya 30,8 milyon hektar (yaklaşık 76 milyon dönüm) ağaç örtüsünü kaybetti; bu alan kabaca İtalya büyüklüğünde.
Ormanların yakılarak temizlenmesi haftalarca süren yangınlara yol açıyor. Bu yangınlar sadece kırsal toplulukları değil, orangutanlar gibi nesli tükenmekte olan hayvanları da tehdit ediyor. Aynı zamanda, torf alanlarının ve yaşlı ormanların yok edilmesi, atmosfere sera gazı salımını arttırıyor.
Devlet destekli nikel madenciliği bu problemleri daha da kötüleştiriyor. Endonezya, dünyanın en büyük nikel üreticisi konumunda. Nikel, elektrikli araç bataryaları ve diğer yenilenebilir enerji teknolojileri için kritik bir element.
İronik bir şekilde, çevre dostu teknolojilere olan talep arttıkça, nikel madenciliği ormanlara ve okyanuslara büyük zarar vermeye başladı.
Ancak 2020 yılında 25 ülkede yapılan bir YouGov anketine göre, Endonezya iklim değişikliğine en şüpheyle yaklaşan ülke çıktı. Her beş Endonezyalıdan biri, ya iklim değişikliğine inanmadığını ya da bunun insan kaynaklı olmadığını söyledi. (İkinci sırada ABD yer aldı.)
Bu tür bir şüpheciliğe karşılık olarak, Endonezya’da Yeşil İslâm hareketi; eko-yatılı okullar, eko-camiler, din adamları için çevre eğitimi ve taban örgütlenmeleri gibi yollarla bir farkındalık oluşturmaya çalışıyor.
Kızlar Pasir Jaya’daki yatılı okulda öğle namazına gidiyor.
“İnsanlar yaşananların iklim değişikliği olduğunu fark etmeyebilir,” diyor Dr. Fachruddin Mangunjaya. Kendisi Ulusal Üniversitesi’nde Biyoloji Fakültesi Dekanı ve İslâm Çalışmaları Merkezi Başkanı.
“Çevre krizinin tek bir çözümü yok, ama din önemli bir değişken… Biz dini bir dil kullanarak güçlü bir ahlaki mesaj iletiyoruz.”
Nitekim, 2024 yılında küresel bir STK olan Purpose tarafından yapılan bir ankete göre, Endonezyalılar arasında en çok güvenilen figürler dini liderler.
“İnsanlar dini dinliyor. Dini kavramları ve sorumluluk duygusunu anlıyorlar,” diyor Hayu Prabowo, Endonezya’daki en yüksek İslâmi otorite olan Ulema Konseyi’nin Çevre ve Doğal Kaynaklar Dairesi Başkanı.
“İslâm bizlere der ki: Dünyaya iyi davranırsan, dünya da sana iyi davranır.”
Ulema Konseyi’nin fetvaları, İstiklal Camii’nin yeşil dönüşümü ve ekolojik eğitimin yaygınlaştırılması
Ulema Konseyi, son on yılda iklim değişikliğiyle ilgili yedi fetva yayımladı. Bu fetvalar arasında yaban hayatını koruma, atıkların verimli yönetimi gibi konular da yer alıyor.
2023 yılında ise Konsey, Müslümanlara şu çağrıyı yaptı:
“Yeryüzünü ve içindeki her şeyi imar etme ve koruma sorumluluğunu taşıyın; bu, İslâm’ın hal ve hareketlerinde bir yansıması olmalıdır.”
Güneydoğu Asya’nın en büyük camisi olan Cakarta’daki İstiqlal Camii de bu misyona katıldı. 2022 yılında, Dünya Bankası tarafından yeşil sertifika alan ilk ibadethane oldu.
1978 yılında ibadete açılan bu görkemli cami, ismini “Bağımsızlık Camii” anlamına gelen İstiklal kelimesinden alıyor.
Yapı, doğal ışık ve çapraz havalandırma esas alınarak tasarlanmış. Cuma günleri 40.000 kişinin bir araya geldiği hutbeler dışında, klima sistemi genellikle kullanılmıyor. O da artık kısmen çatıya yerleştirilen güneş panellerinden gelen enerjiyle çalışıyor. Bugün çatının %40’ı güneş panelleriyle kaplı.
Camiye az su harcayan musluklar takılmış durumda. Işık düğmelerinin yanına yerleştirilen Kur’ân ayetleriyle, insanlara elektrik tasarrufu hatırlatılıyor.
Örneğin bodrumda şöyle bir etiket var:
“Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar.” (İsra Suresi 17:27)
Her Pramtama, caminin mimari sorumlusu, çatıdaki güneş panelleri arasında dururken şöyle diyor:
“Misyonumuz, öncü olmak ve diğer camilere ilham vermek.”
Camide anneler çocuklarını serinletiyor, erkekler telefonlarında gezinirken, Pramtama insanların çoğunun bu enerji verimliliği çalışmalarının önemini henüz tam anlamadığını kabul ediyor:
“Bu bizim ev ödevimiz: İnsanlara enerji tasarrufunu öğretmek.”
Dr. Fachruddin Mangunjaya, genç nesillerin eğitilmesinin kalpleri ve zihinleri dönüştürmenin en hızlı yolu olduğuna inanıyor.
Bu yüzden 2021 yılında hükümetle birlikte eko-yatılı okul modeli—yerel adıyla ekopesantren—tasarımına öncülük etti. Bugün bu modele bağlı yaklaşık 50 okul bulunuyor.
Dr. Mangunjaya, bu girişimin sadece Endonezya’da değil, dünya genelindeki Müslüman toplumlar arasında da yaygınlaşmasını umuyor.
Endonezya’daki etnik çeşitlilik, Pancasila felsefesi ve çevresel dayanışmanın toplumlar arası barışı nasıl teşvik ettiği üzerine yoğunlaşıyor.
Elbette, işte çevirinin bir sonraki bölümü:
Endonezya, binlerce adadan, yüzlerce etnik gruptan ve 700’den fazla konuşulan dilden oluşuyor – bu anlamda Papua Yeni Gine’den sonra dünyanın en çeşitli ülkesi.
Fakat bu topluluklar her zaman uyum içinde yaşamadılar.
Endonezya’nın Ketapang kenti dışındaki bir köyde bir adam derme çatma evinin ön verandasında oturuyor.
Endonezya’nın kurucu felsefesi: Pancasila
Octavia Shinta Aryani, genç bir kızken Batı Kalimantan’daki Bengkayang bölgesinde yaşayan ağabeyini ziyaret ettiğinde, dışarıda toplanan bir kalabalığın sesini duydu.
İçinden bir dürtüyle, zemin kattaki pencereden dışarı baktı ve hayatının yönünü değiştirecek bir sahneyle karşılaştı:
Bir adam, yüzünde hem sevinç hem de intikam ifadesiyle bir insan kafasını sokaklarda taşıyor ve sonra onu polis karakolunun önüne bırakıyordu.
Bu adam, Borneo’nun yerli halkı olan ve çoğunluğu Hristiyan olan Dayaklar’dandı. Kafası kesilen kişi ise yakındaki Madura adasından bir Müslümandı.
Bu olay, 1990’ların sonlarında başlayan Dayaklar ve Madurese halkı arasındaki çatışmaların bir parçasıydı. Çatışmaların temelinde din yoktu; ancak kısa sürede etnik ve dini ayrımlara dönüşerek son yirmi yılda yüzlerce kişinin ölümüne neden oldu.
Yıllar geçmesine rağmen, Octavia Shinta, o pencere kenarındaki anı hatırlarken elleriyle parmaklarını ovuşturuyor. Batı Kalimantan’ın içine düştüğü duruma hâlâ üzülerek bakıyor.
Yerel bir dinlerarası çevreci gruba liderlik eden Octavia Shinta Aryani, Endonezya’nın Pontianak kentindeki bir avluya bakıyor.
Kalimantan için şöyle diyor:
“Kalimantan göreceli olarak boş bir yer gibi görünebilir ama ırkî açıdan son derece karmaşıktır.”
Borneo’nun sık ormanları, tarih boyunca nehir boylarında uzun evlerde yaşayan Dayak kabilelerinin yurduydu.
Malay Müslümanlar, Sumatra ve Malay Yarımadası’ndan kıyı şeritlerine yerleşmişti. 18. yüzyılda Çinliler de batıya bağımsız bir topluluk olarak yerleşmişti.
1960’larda Endonezya hükümetinin transmigrasyon programları kapsamında, daha kalabalık adalardan (özellikle Java ve Madura’dan) bu bölgelere on binlerce kişi taşındı.
Bugün Batı Kalimantan’ın başkenti Pontianak, bu çok kültürlü karışımın canlı bir örneğidir. Parlak renkli Çin mahallesi, çok sayıda cami ve Dayak mimarisiyle harmanlanmış büyük bir Katolik katedrali bir arada bulunur.
Ancak bu hala kırılgan bir birliktelik.
Octavia Shinta, hâlâ en küçük bir olayda düşmanlıkların yeniden yüzeye çıkmasından korktuğunu söylüyor. Bugün bile, bir trafik kazası olduğunda sorulan ilk soru şu oluyor: “Sürücü hangi gruptan?”
Bu kırılganlık, onun yaşamı boyunca hoşgörü arayışına yönelmesine neden olmuş. Bu hoşgörü, Endonezya’nın kurucu felsefesi olan Pancasila’da tanımlanıyor.
Pancasila, Sanskritçe’de “beş ilke” anlamına geliyor ve kökenleri binlerce yıl öncesine dayanıyor.
“Bhinneka Tunggal Ika” yani “Çeşitlilik içinde birlik” (Kesrette vahdet!), 14. yüzyıldan kalma bir Javan şiirinde geçiyor ve bugün Endonezya’nın ulusal sloganı olarak kabul ediliyor.
Endonezya Milli Anıtı, Cakarta’daki İstiklal Camii’nin duvarları arasından görülebiliyor. Bal petekli duvarlar, Güneydoğu Asya’nın en büyüğü olan camiyi serinletmek için çapraz esintilere izin veriyor.
Sukarno’nun Pancasila vizyonu
Sukarno’nun Pancasila vizyonu, eko-kültürel anlatılar, ekofaaliyetler ve çeşitli dinlerin çevre üzerinden nasıl bir araya geldiği anlatılıyor.
Bu ilkeler, 1945’te ülkenin ilk başkanı olan devrimci ve Endonezya milliyetçisi Sukarno tarafından resmi devlet politikası olarak tanımlandı.
Sukarno, Hollanda sömürgeciliğine karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesine liderlik etti ve 1945’ten 1967’ye kadar devlet başkanlığı yaptı.
Yeni ulusun hem İslâmi hem de seküler vizyonlarını birleştirerek Pancasila’nın beş sütununu şöyle belirledi:
1. Tanrı’ya inanmak
2. Medeni insanlık
3. Ulusal birlik
4. Demokrasi
5. Herkes için sosyal adalet
Bu idealleri anlatmak için ülkeyi gezen bir sanatçı var: Indra Suroinggeno. Java merkezli bu gölge oyunu sanatçısı, Pancasila tarihini anlatan el yapımı bir pankartla köy köy dolaşıyor.
Yerel bir gamelan topluluğu—Javalı, Sundalı ve Balili halklara özgü davul, gong ve bambu flütlerden oluşan geleneksel bir orkestra—ona eşlik ediyor.
Suroinggeno pankartı açıp anlatmaya başlıyor ve şöyle diyor:
“Pancasila kolay bir şey değil. Bu bir mücadeledir.”
Pratikte, Pancasila’nın dili zaman zaman otoriter liderler tarafından suistimal edildi. Devletin yorumuna göre sadece altı resmi din tanınıyor.
Resmi kimlik kartlarında ateizm ya da geleneksel halk inançları için seçenek yok. Oysa milyonlarca Endonezyalı günlük yaşamında bu inançları sürdürüyor.
Yine de, çevre krizine çözüm arayışında Pancasila, Suroinggeno’ya göre hâlâ umut vadediyor.
Ama tabii ki, her zamanki gibi siyasetin engelleri var.
Kâğıt üzerinde hükümet Yeşil İslâm anlatısını destekliyor.
2025 Mart ayında, İstiqlal Camii’nin baş imamı ve aynı zamanda din işleri bakanı olan Nasaruddin Umar, bakanlığının öncelikleri arasında “ekoteoloji”yi (çevresel koruma için dini bir temel) ilan etti. Bu yaklaşım, Endonezya’yı bu alanda öncü ülkelerden biri hâline getirebilir.
Palmiye ağaçları Gunung Palung Ulusal Parkı’nın dışında pirincin yanında yetişiyor. Borneo’nun bu bölgesinde ıslak turbalıklar karbondioksiti emer, ancak palmiye yağı ekimine yer açmak için kurutulduklarında son derece yanıcı hale gelirler.
Borneo’daki Gunung Palung Ulusal Parkı yakınlarında, pirinç tarlalarının yanı başında palmiye ağaçları yetiştiriliyor.
Bu bölgedeki ıslak turbalık alanlar, doğal hâlleriyle karbon dioksit emen ekosistemler.
Ancak bu alanlar, palmiye yağı üretimi için kurutulduğunda son derece yanıcı hâle geliyor.
Ne yazık ki, hükümet geçen yıl bazı dini kuruluşlara maden işletme ruhsatları verdi. Bu kuruluşlar arasında Endonezya’nın en büyük ve en etkili iki Müslüman örgütü olan Nahdlatul Ulama ve Muhammadiyah da yer alıyor.
Her iki kuruluş da devlet işleriyle derin ilişkiler içinde. Ancak bu imtiyazlar, İslâmi çevrecilik hareketi içinde derin bir çatlağa yol açtı.
Muhammadiyah’tan çevre aktivisti Hening Parlan, bu adımı Yeşil İslâm hareketiyle açık bir çelişki olarak görüyor.
Yine de kendisi bu kuruluşun üyesi olduğundan dolayı bunu kabullenmek zorunda kalıyor:
“Ben bu durumu, toplumun madenciliğin etkileri hakkında öğrenmesi ve bu etkilerle ilgili savunuculuğunu güçlendirmesi için bir fırsat olarak kullanmak istiyorum.”
Parlan aynı zamanda, dünya çapında çok inançlı bir çevreci platform olan GreenFaith’in Endonezya şubesinin başkanı.
Bu çerçevede yürüttüğü çalışmalardan biri, Endonezya’nın ulusal sloganından adını alan bir program: Eco Bhinneka
Program, farklı dini geçmişlere sahip kadınları ve gençleri bir araya getirerek doğa koruma faaliyetleri yürütüyor.
Program şu anda Endonezya’da dört bölgede aktif, bunlar arasında da orman kaybının en hızlı yaşandığı yerlerden biri olan Batı Kalimantan bulunuyor.
Bu bölge, yasadışı ağaç kesimi ve giderek genişleyen palmiye plantasyonları nedeniyle bir nesil içinde orman örtüsünün üçte birini kaybetmiş durumda.
Eco Bhinneka’nın Pontianak bölümünü yöneten Bayan Shinta, bu ekolojik yıkımın toplumsal gerilimleri yeniden alevlendirmekle tehdit ettiğini söylüyor. Bu yüzden Yeşil İslâm ile bir fırsat yakalıyor.
Bayan Shinta, “İlk hedefim şehrimin en ufak bir olayla kolayca provoke edilmeyen barışçıl bir şehir olması” diyor. Gençleri barış inşası adına bir araya getirmek tek başına bir başlangıç olmayacaktır. Ancak çevre sorunları gençlerin en önemli gündem maddesi ve inanç ya da etnik köken farkı gözetmeksizin herkesi etkiliyor.
Müfredatını belirlediği ilkokulda “Eğer sadece dinler arası bir grupsa, şüphe duyuyorlar” diye açıklıyor.
“Ama iklim değişikliğiyle mücadele, birleştirici bir güç hâline geldi. Bu, herkes için güvenli bir konu.”
Öğrenciler Pasir Jaya’daki eko-yatılı okul Daarul ‘Uluum Lido’da Arapça çalışıyorlar, Endonezya, 24 Şubat 2025.
“Yeşil İslâm” Endonezya’daki diğer inançlarla diyalog kuruyor
O akşam, Octavia Shinta, Pontianak’taki Eco Bhinneka üyeleriyle düzenlenen bir akşam yemeğine başkanlık ediyor. Yaklaşık 20 kişilik grup, üniversite öğrencileri ve yeni mezunlardan oluşuyor; herkes rattan hasırların üzerine diz çökerek uzun ve alçak bir sofrada oturuyor.
Akşam ezanı tüm Endonezya’da olduğu gibi burada da yankılanıyor. Oktavia, ezan bittikten sonra grubun EcoSpeak adı verilen aylık buluşmasının konusunu açıklıyor:
Ramazan yaklaşırken bu ayın teması “gıda israfı.”
Katılımcılardan, kendi kutsal kitaplarında bu temayla ilgili buldukları mesajları paylaşmalarını istiyor. Grup üyeleri ellerinde Kur’ân-ı Kerim, İncil, Budist Tipitaka ve Konfüçyüs’ün Dört Kitabı ile sırayla söz alıyorlar. Dışarıda şimşekler çakıyor, şiddetli yağmur sazdan çatıyı dövüyor. Ama içeridekiler birbirlerini dikkatle dinliyor.
Dayak Badineh kabilesinden Hristiyan bir kadın olan Rupina Jeski Anjeli, şu an kasiyer olarak çalışıyor. Genesis (Tevrat’ın ilk kitabı)’nda yer alan doğaya sevgi vurgusundan bahsediyor.
İncil’den okumak teknik olarak konunun dışına çıkabilir, ama önemli olan onun burada olması.
Eskiden başörtüsü takan kadınları “fanatik” sanırmış. Bir keresinde patronunun kendi halkını “yamyam” diye aşağılamasına sessiz kalmak zorunda kalmış.
Bu tür etnik ve dini gerginlikleri doğrudan konuşmak çok hassas olurdu, diyor Shinta. Ama insanlar, çevreyi birlikte koruma çabasında birbirlerini tanıyarak, geçmişteki yaraları ve korkuları aşabiliyorlar.
Gece boyunca bazı temalar sürekli öne çıkıyor:
• Denge (mizan)
• Ölçülülük
• Adalet
Balili bir Hindu olan I Kadek Harda Widi, dizüstü bilgisayarından Bhagavad Gita’dan üç öğreti paylaşıyor.
Tanrı’ya, doğaya ve insanlara karşı uyum içinde yaşama felsefesini anlatıyor ve bu felsefenin Pancasila ile nasıl örtüştüğünü açıklıyor.
Aslında, kimi zaman ulusalcılık aracı olarak istismar edilen Pancasila, bugün Endonezya’daki eko-camiler, eko-okullar ve çevre grupları arasında akan bir ortak felsefi damar gibi işliyor.
Elok Faiqotul Mutia, temiz enerjiye geçişi destekleyen Enter Nusantara adlı sivil toplum kuruluşunun kurucusu.
Ona göre halkı bu hedefe teşvik eden şey, çevrecilik değil, toplum bilinci:
“Gotong royong” yani ‘yükü birlikte omuzlamak’ kültürü.
Bu aynı zamanda Pancasila’nın da beş ilkesinden biri.
Mutia, bu kültürel değerin, Endonezya’nın 7 yıl üst üste dünyanın en cömert ülkesi seçilmesinin ardında yatan neden olduğuna inanıyor.
Ayrıca bu değerin, Endonezya’daki İslâm’ı daha topluluk merkezli hâle getirdiğini söylüyor.
Yogyakarta’daki bir eko-camide otururken anlatıyor:
Bu caminin güneş panelleriyle donatılmasını yalnızca Müslümanlar değil, gayrimüslimler de desteklemiş.
Desteklerinin nedeni çevreci olmak değilmiş:
“Elektrikler kesildiğinde, herkes gelip bu camide ışık bulabiliyor.”
“Eko-yatılı okullar ya da eko-camiler çevre için değil, çevresindeki topluma yardım etme isteğiyle destekleniyor,” diyor Mutia.
Bir iklim aktivisti olarak, bu topluluk ruhunun, Yeşil İslâm’ın özünü oluşturduğuna inanıyor.
İklim değişikliğiyle mücadelenin tepeden inme yöntemlerle ya da yalnızca devlet politikalarıyla başarıya ulaşamayacağını düşünüyor:
“Çözüm, bizzat toplumun içinden gelmeli.”
Sara Miller Llana: Dünyayı Anlatan Bir Gazetecinin İzinde
Sara Miller Llana şu anda The Christian Science Monitor’ın Toronto merkezli Amerika Bürosu Şefi ve Uluslararası Haberler Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyor. Ama onun hikâyesi, sadece Kanada’nın sınırlarıyla sınırlı değil.
Sara’nın gazetecilik serüveni, adeta bir kıtanın nabzını tutan bir ömür gibi... Meksika’da Latin Amerika bürosunun başında, Paris’te Avrupa haberlerinin merkezindeydi. Dile kolay, 40’tan fazla ülkeye yolculuk etti; Brezilya Amazonları’ndan Galapagos Adaları’na, Patagonya’dan Moskova ve Ukrayna’ya, hatta Kanada’nın buzul kıyılarına kadar dünyanın en ilginç köşelerini adımladı. Her adımı, bir haberin kalbine atılmış adımdı.
2010’daki yıkıcı Haiti depreminden sonra oradaydı. 2014’te Ukrayna’daki çatışmaları yerinde izledi. Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in siyasi sahneden çekilişine ve Avrupa’yı sarsan IŞİD kaynaklı terör dalgasına da bizzat tanıklık etti. Kimi zaman enkazların ortasında, kimi zaman tarihin dönüm noktalarında kalemiyle hakikatin izini sürdü.
Yaptığı araştırmalar da yankı uyandırdı. Küba lideri Fidel Castro’nun iktidardaki son günlerini anlattığı yazı dizisi ve Panama’daki sahte karbon emisyonlarıyla ilgili derinlemesine araştırmasıyla iki kez Overseas Press Club ödülüne layık görüldü.
Sara’nın gazetecilikle tanışması tesadüf değil. Michigan Üniversitesi’nde tarih okudu, ardından Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik yüksek lisansı yaptı. Üstelik İspanya’da Fulbright bursiyeriydi. Dilleri sadece iletişim aracı olarak değil, birer köprü olarak kullandı: İngilizce, Fransızca ve İspanyolcayı ana dili gibi konuşuyor.
Sara Miller Llana’nın kalemi, bir zamanlar hayal bile edilemeyen yerlerde yankı buldu. O, sadece haber yazmıyor, bu haberinde olduğu gibi dünyanın hikâyesini anlatıyor. Araştırmacı gazetecilik ile bizlere bir kez daha şunu hatırlatıyor:
Kaliteli gazetecilik, sadece doğruyu aktarmak değil; insanları, kültürleri ve olayları yüreğimizle anlamaktır.
Kaynak: https://www.csmonitor.com/World/Asia-South-Central/2025/0501/green-islâm-indonesia-climate-change?icid=rss