"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hem Şam’ın şekeri, hem Arap’ın yüzü

10 Ekim 2012, Çarşamba
“Ne Şam′ın şekeri, ne Arap′ın yüzü" sözünü kaynağında araştırmak üzere Suriye yolculuğuna çıkıyorum. Şaka bir yana; Baas rejiminin 1963′de yönetimi ele geçirdiğinden bu yana, zulüm, soykırım ve katliamla yönetilmiş Suriye hep ilgimi çekmiştir.

Tarih boyunca Suriye, bulunduğu coğrafyada, stratejik bakımdan en önemli noktalardan biri olmuştur, hâlen de öyledir. Öyle ki, Mısırlılarla Hititliler arasında yapılan savaştan sonra imzalanan, tarihin bilinen ilk anlaşması olan Kadeş Sözleşmesi (MÖ. 13. y.y.) bunun önemini göstermeye yetiyor. İslâm medeniyetinin önemli aktörlerinden biri olan Emevîler yine bu topraklarda kök salmıştı ve hilâfet merkezleri de Şam′daydı.
Rotamı; Ünye, Gaziantep, Halep, Humus ve Şam olacak şekilde tanzim ettim. Öncüpınar Sınır Kapısı′ndan geçerken ilgimi ilk çeken şey şu oldu: Avrupa bizden en az 100 yıl ileride… O hâlde Suriye bizden 100 yıl geride olmalıydı. Demokrasinin olmadığı yerde farklı bir şey beklememeliydim... Yolculuğuma olumlu beklentilerimi muhafaza ederek devam ettim.

CUMA NAMAZI
Bir Cuma günü vardığım Suriye topraklarında Cuma Namazı kılmam gerekiyordu. Motosikletimi park ettiğim caminin yanında abdest alacak su göremedim. Cemaatten birisine "su" sordum. Suriyeli koltuğuma girerek Arapça bir şeyler söyledi ve beni adeta sürükleyerek 100 metre ilerideki evine götürdü. Abdestimizi aldıktan sonra Cuma namazına geldik. Camide imam ve hatip vardı. Birçok Arap ülkesinde olduğu gibi burada da hatip tarafından ateşli bir şekilde okunan hutbe en az bir saat sürdü. Çıktıktan sonra aynı Suriyeli beni yine evine götürdü. Oldukça fakir hâllerine rağmen sofrasına zorla oturtarak bana ikrâmda bulundu. Ben de yanımdaki fındık ve çikolatadan mukabelede bulundum.

HALEP
Devam ederek vardığım Halep kenti bildiğimiz Türk şehirleri gibiydi. Satıcılar, insanların davranışları, mimarî yapılar Güneydoğu′daki şehirlerimizi andırıyordu. Tarihî Halep Çarşısı oldukça ilgimi çekti. Motosikletle geçerken Türk plakasını okuyan satıcılar bağırarak; "Türkiye, hoş geldin!" diyorlar ve tatlı, kuruyemiş türünde ikrâmlarda bulunuyorlardı. Bu çarşıda kuruyemiş ve şekerleme türünde yiyecekler o kadar çok yaygındı ki, "Şam′ın şekeri" tabirini fazlasıyla hak ediyordu. Bu tür lezzetli yiyecekleri üretip dünyanın birçok ülkesine ihraç ediyorlarmış. Halep′te Türklerin çok sevildiğini o zaman anladım. Hatta Şam′a doğru yol alırken otomobiller yaklaşarak korna çalıyorlar ve yemek işareti yaparak misafir etmek istediklerini belirtiyorlardı.
Halep, Suriye′nin en güzel ve en insanî şehri desem yeridir. Böyle düşünmemin sebebi herhâlde, Türk olduğum için bana gösterilen ilgi ve muhabbet…
500 kilometreye yakın Şam yolculuğunda ilgimi tarım alanlarının yoğun olması çekmişti. Özellikle pamuk üretiliyordu. Kamyonlar öbek öbek yığılmış bir şekilde sürekli pamuk taşıyorlardı.
Suriye′de ilgimi çeken bir başka şey ise; muazzam bir güneş ve haddinden fazla rüzgârın olmasıydı. Öyle sert ve kesintisiz esiyordu ki, ağaçlar bu yüzden hep eğik, yere yatay büyümüşlerdi. Suriye′yi yönetenler bir parça aklını kullanabilseler, ülkenin ihtiyacı olan enerjiyi rüzgâr ve güneşten sağlayabilirlerdi. Üstelik çevreci olan bu türden enerji yoluyla dışarıya bağımlılıktan da kurtulabilirlerdi.
Yine ilgimi çeken bir diğer şey, aynen Türkiye′deki gibi her yeşil alanda, ağaçlıkların altında insanların yoğun olarak piknik yapmalarıydı. Mangallar ateşlenmiş, sofralar kurulmuş, semaverler dizilmiş, piknik keyfi sürülüyordu.
MIRRA
Bir sonraki durağım olan Hama′da tarihî çarkıfeleğin yanında mırra içmek oldukça değişik bir deneyimdi. Mırra, kahvenin en katı ve sert olanıdır. Birçok Arap ülkesinde olduğu gibi Suriye′de de oldukça yaygın olan bu içecek, onların aşırı sıcağa karşı daha fazla dayanmalarını sağlıyormuş.

ŞAM′IN TRAFİĞİ
Akşamüstü vardığım Şam şehrinin trafiği şimdiye dek gördüğüm en berbat olanıydı. İstanbullular burayı görse, hâllerine ne kadar şükretseler az olacağını anlarlardı.
Kaldığımız otelden sabah ayrılarak bir taksi tuttum. Şehri baştan sona dolaştık. Şam şehrinin yaslandığı Kasiyun Dağı′na çıktım. Buradan şehri kuşbakışı izledim. Devasa bir şehirdi doğrusu.

VAHDETTİN′İN MEZARINI ZİYARET
Ardından Osmanlı′nın son Padişahı Sultan Vahdeddin ve ailesinin kabirlerinin bulunduğu yere gittim. Bu mekân, Mimar Sinan′ın yaptığı Süleymaniye Külliyesi′ydi. Vahdeddin′in naaşının bulunduğu yer de, Süleymaniye Cami′inin düzenli bahçesinde mütevazı bir kabristanlıktı. Temizlik işlerini yerine getiren ve ziyaretçilere mihmandarlık yapan yaşlı görevli beni güler yüzle karşıladı ve tüm kabirleri tek tek tanıttı. Bu hüzünlü mekândan bolca dua ederek ayrıldım. Gözlerim nemlenmişti, çünkü Osmanlı sülalesine mensup olan bu zat, vatansız kalmış ve atılmış bir şekilde gurbet ellerde yatıyordu.

ŞEHİRLEŞME VE SOSYAL HAYAT
Buna benzer ülkelerde olduğu gibi burada da yönetim şekli diktatörlük olunca, alt ve üst yapı hep eksik kalmış. Şehirleşme ve yapılaşma oldukça özensiz görünüyordu. Özellikle sınırlarda rüşvet istenmesi çok sıradan hale gelmiş, vermeyince de kızıyorlardı. Halkın ezici bir kısmı fakirlikle cebelleşiyor, diğer yandan bir avuç kalburüstü insan ise sefahat sürüyorlar. Suriyeliler, bu kadar kötü yönetilmelerine rağmen fakir hâlleriyle bile kıpır kıpırdılar. Tüm ülke 24 saat faal bir haldeydi. Yollar her daim araçlarla dolu, trafik hep yoğun seyrediyordu. Yolcu taşımacılığı büyük bir oranda kamyonetlerin kasasında güle oynaya yapılıyordu.
İnsanların sıcakkanlılığı, güler yüzlülüğü, yardım severliliği çok fazlaydı.  Öyle ki, adres sorduğunuzda söz konusu yere kendi otomobiliyle sizi götürmeye kalkışıyorlardı.
Kadınların, her alanda ve her konumda var olmaları ilgimi çekti. Kâh otomobil kullanırken, kâh ticaret yaparken, kâh resmi görevliyken ne kadar çok olduklarına şahit oldum. Beni şaşırtan, birçok Arap ülkesinde böyle olmadığını bilmekti.
İnsanların rengi de ilgimi çekti. Zira Suriyeliler daha çok beyaz tenli ve yeşil gözlülerdi. 18 milyondan fazla nüfusa sahip bu ülkede, yönetim hariç her şey yerli yerinceydi. Yaşamak için ideal topraklar olduğu her hâlinden belli oluyordu. Sıcakların aşırı olmasını, nem oranının düşük olması dengeliyor ve insanları fazla bunaltmıyor. 

DÖNÜŞ VE VİZE UYGULAMASI
Ertesi günü Lübnan′a geçmek üzere sınıra yöneldim. Ancak buradan geçişime izin vermediler. "Türklere vize yok" dediysem de, "Türkiye′den Lübnan′a girerseniz öyle, fakat buradan girmek istediğiniz için vize gerekiyor" diyerek yanıtladılar. Geldiğim yollardan tekrar geri döndüm.
"İyi ki Suriye gezisi yapmışım" demek için, iç savaşı görmem gerekiyormuş. İnşallah her şey düzelir de, bu ülkenin güzel insanları rahat bir nefes alırlar ve ben onları bir daha ziyaret ederim. Sonuç olarak; Şam′ın şekeri de, Arab′ın yüzü de iyiymiş. Bunun tersini kim söylediyse, ya yanlış söylemiş ya da kasten iftira etmiş. O cümlenin sahibi olan fânî oralara gidebilseydi, eminim bu sözden imtina ederdi.

Erol Okutucu
[email protected]
Okunma Sayısı: 1197
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı