"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslam'da baskı, zorlama ve istibdat yok, hürriyet var

30 Ağustos 2021, Pazartesi 01:00
PROF. DR. İLYAS ÜZÜM: İNSANI HÜR YARATAN, ALLAH’TIR. ONUN GÖNDERDİĞİ DİN, BASKI VE İSTİBDADA GEÇİT VEREBİLİR Mİ?

BASKIYLA YAPILAN İBADET SAHİH OLMAZ

“İman nasıl ki kulun hür tercihine dayanıyorsa, aksi halde iman değil de nifak söz konusu olursa; ibadetler açısından da kulun hür bir anlayış ve halis bir niyet içinde İlahî emir ve yasaklara riayet etmeye çalışması gerekir. Zorlamaya dayalı iman sahih olmadığı gibi; baskı ve zorlamaya dayalı ibadetler de, içinde samimi bir niyet taşımadığı için sahih bir ibadet olamaz.”

İMANDA DA, AMELDE DE ZORLAMA YOK

‘Dİnde zorlama yoktur prensibi hem dini kabulde, hem de dini kabulden sonra dinî mükellefiyetleri yerine getirmede söz konusudur.  Bu ayeti dine girişle sınırlı tutar, amelî alanda ‘zorlama’ olabileceğini kabul edersek bu dinin ruhuna aykırı olur; ‘amelde münafık olmak’ diye adlandırılan bir nifaka kapı aralamış oluruz.”

***

İSLÂMDA BASKI VE İSTİBDAT YOK, HÜRRİYET VAR

Her insan yaratılışındaki ‘hür’ olma özelliğinin gereği olarak her çeşit baskı ve zorlamaya karşı çıkar. İnsana yaratılıştan, bu özelliği veren Allah’tır. Şeriat yahut daha genel adıyla İslâm da O’nun gönderdiği dindir. Böyle bir dinin baskı ve istibdada geçit vermesi düşünülebilir mi?

Prof. Dr. İlyas Üzüm Yeni Asya’nın sorularını cevaplandırdı - 1

Taliban hakkında kısaca bilgi verir misiniz? 

Taliban’ın dinî bir hareket olarak ortaya çıkışını ve gelişmesini anlayabilmek için Afganistan’ın son dönem tarihini, özellikle 1979 yılında başlayan Sovyet işgalini, bu işgale karşı verilen mücadeleyi, 1992 yılında Sovyet müdahalesinin sona ermesinden sonra 1996 yılına kadar devam eden iç savaşı ve bu süreçte meydana gelen siyasî ve sosyal olayları ciddî şekilde tahlil etmek gerekir. Şu kadarını söyleyelim ki, Taliban başlangıcı itibariyle 1994 yılında kurulmuş bir öğrenci hareketidir. Molla Muhammed Ömer, kendisi gibi Peştun bölgesinden gelen ve Pakistan’daki geleneksel İslâmî okullarda eğitim görmüş 50 dolayında öğrenci ile Kandahar’da hareketi kurmuş, kısa süre içinde harekete sayıları 15.000’i bulan öğrenci kitlesi katılmıştır. Başlangıçta büyük siyasî hedefleri olmayan, ancak savaş istismarcılarından rahatsızlık duyan ve toplumun İslâmî ahkâma göre yönetilmesini vurgulayan hareket, pek çok uluslar arası dinamiğin devreye girmesiyle hızla büyüyüp gelişmiş ve çok önemli siyasî bir aktör haline gelmiş veya getirilmiştir. Nitekim 1996 yılından itibaren büyük bir askerî güç kazanarak Afganistan İslâm Emirliğini kurmuş, 1998 yılında bu emirlik bütün Afganistan’ın % 90’ını kontrolü altına almayı başarmıştır. Daha sonra 11 Eylül 2001’de Amerika’da İkiz Kulelerin vurulması ve buna bağlı gelişmelerle Taliban büyük saldırılara maruz kalmış, aynı yılın Kasım ayı sonrası itibariyle siyasî gücünü kaybetmiştir. Ancak ABD’nin 2021 Mayıs ayı başından itibaren ülkeden çekilmesi, Afgan ordusunun da isteksizlik ve motivasyonsuzluğu dolayısıyla tekrar güç kazanıp, 20 yıllık sürenin ardından yönetimi yeniden ele geçirerek Afganistan İslâm Emirliği’ni tesis etmiştir. 

Taliban nasıl bir İslâmî anlayışa sahiptir? Kısaca, Taliban’ın İslâm anlayışından söz eder misiniz? 

Afganistan’ın % 99’u Müslüman olup mezhebi olarak % 85’i Sünnî, %14’ü ise Şiî’dir. Taliban dinî bir hareket olarak Sünnî kökenli olup itikadî bakımından büyük çoğunluğu itibariyle Ehl-i sünnetin Matüridî ekolüne, fıkhî bakımdan ise Hanefî Mezhebi’ne bağlıdır.  

Ancak bu anlayışa Sovyetlere karşı yürütülen savaşta beraber hareket ettikleri katı Vehhâbî gruplardan etkilenmenin sonucu bazı anlayışlarla, kimi Haricî çizgiler ve nihayet içinden geldikleri Peştunvali gelenekleri ve öğretim gördükleri medreselerin bağlı olduğu Diyobendî ekolünün yaklaşımlarını da ilâve etmek gerekir. Daha açık ifade etmek gerekirse, Taliban’ın İslâm yorumu, bazı basın kuruluşlarında dillendirildiği gibi salt Hanefî Mezhebi’nin içtihatlarından ibaret değildir. Ne var ki, Taliban, herhangi bir ayırıma gitmeksizin, resmî söylemlerinde, anlayışlarının “şeriat” olduğunu ifade ettiği için çoklarının zihnine salt Kur’ân ve sünnetin belirlediği bir çerçeve gelmektedir. Oysa durum böyle değildir. Birer örnekle değinmek gerekirse, meselâ Taliban, evet, başta namaz olmak üzere İslâmî ibadetlerin ifasında Hanefî Mezhebi’nin içtihatlarına tabidir. Ama diğer taraftan, meselâ “kendileri gibi düşünmeyen İslâmî gruplara cihad ilân etmeleri ve kanlarını helâl görmeleri” bakımından Hz. Ali’ye karşı savaş ilân eden “Hariciler”e uymaktadır. Yine meselâ, “kadınlara yönelik anlayış ve kısıtlamalarında bazı fıkhî hükümleri ataerkil Peştunvali gelenekleriyle mezcederek hayata” geçirmektedir. Keza “uygulamalarındaki salâbet ve Şia’yı reddetme bakımından da klâsik İslâmî ilimlerle tasavvufî geleneğin birleştirildiği Diyobendîliği” yansıtmaktadır.  

Taliban denilince insanların aklına din adına yapılan kısıtlamalar, baskılar, zorlamalar geliyor. Bu ne derece doğrudur?  

Evet, Taliban 1996’larda yönetime geldiğinde, yaptığı icraatlarda nasıl bir din anlayışına sahip olduğunu çeşitli kısıtlama ve baskılarla ortaya koymuştur. Bugün dünya kamuoyunda yeniden bunların hatırlanması yanlış değildir. Adı geçen tarihte Taliban Kabil’i ele geçirdiğinde, Molla Muhammed Ömer’in talimatları çerçevesinde hazırlanan ve uygulamaya konulan bazı kısıtlama ve baskılara örnekler verebiliriz. Meselâ, “kadınlar dışarıya baş örtüsüz ya da burkasız çıkarlarsa uyarılır, tekrarı halinde cezaya uğratılır yahut kadınlar eğer arabaya yolculuk amacıyla binerse ikaz edilir, arabanın şoförüne 1-5 gün arasında hapis cezası“ verilir. Yine meselâ “arabada, otelde veya bir mekânda müzik kasetleri, müzik videoları bulunursa, sahibi 1-10 gün arasında değişen hapis cezasına“ çarptırılır. Yine meselâ, “sakalını kesen veya kısaltan bir erkeğe 10 güne kadar hapis cezası verilir veya tazir cezası“ uygulanır. Yine meselâ, “namaz kılmak mecburî olup yetişkin bir insan namaz vakitlerinde dükkânda veya büfede bulunursa dükkânı 5 güne kadar“ kapatılır. Yine meselâ, “kendilerine göre şeriata aykırı şekilde saçlarını uzatanlar, berberde tıraş edilip tutuklanır.“ Yine meselâ, “arabalarda, dükkânlarda her türlü fotoğraf yasak olup bu yasağa riayet etmeyenler“ cezalandırılır. Yine meselâ, “düğünlerde veya diğer merasimlerde kadınların dans etmeleri ve yüksek sesle şarkı söylemeleri yasak olup buna riayet etmeyen düğün sahipleri cezaya“ çarptırılır. Yine meselâ, “erkek terziye elbise diktiren kadınlar uyarılır, terziye on güne kadar hapis cezası“ verilir. Buna benzer örneklerle listeyi daha da uzatmak mümkün. 

Verilen bu örneklerde özellikle kadınlarla ilgili çok katı ve köklü kısıtlamalar görülüyor, ne dersiniz? 

Bakıldığında kısıtlamalar, baskı ve zorlamalar her kesim için var. Ama kadınlara yönelik olanları daha fazla görünüyor. Meselâ 1996’da Taliban’ın kadınlara yönelik yayımladığı kararnamede şu ifadelere de yer veriliyordu: “Kadınlar, evlerinizden dışarı çıkmayınız. İslâmiyet’ten önce erkeklerin karşısına çıkan, aşırı makyaj yaparak ve şık elbise giyerek onların dikkatini çeken kadınlar gibi olmayınız… Eğer kadınlar sosyal ihtiyaçlar ya da sosyal hizmetler için evlerinin dışına çıkacak olurlarsa, İslâm şeriatının belirlediği örtünmeye riayet ederek çıkmalıdırlar. Buna riayet etmeyenler İslâm şeriatına göre cezalandırılacaklardır. Aynı şekilde dar, süslü, çekici elbise giyerek dışarıya çıkanlar da cezaî işleme tabi tutulacaktır…”. 

Bu açıklamalara bakıldığında, Taliban’ın yeniden gücü ele geçirmesi karşısında Doğuda ve Batıda, en azından bazı insanların kaygılanmaları ve eleştirileri haklı gibi görünüyor, diyebilir miyiz?  

Evet, insan fıtratı, -imtihan sırrıyla verilen bazı özellikleri dışında-, ‘sünnetullah’ adı verilen, Allah’ın âleme vaz ettiği yaratılış prensipleriyle uyumludur. İnsan fıtratı ‘hür’dür, ‘hürriyetten’ yanadır. Başka bir ifadeyle yaşadığı bölge, sahip olduğu inanç ya da dünya görüşü ne olursa olsun, insanın ‘fabrika ayarları’ her çeşit baskı, zorlama ve istibdada karşıdır. Dolayısıyla bugün insanların Taliban’ın geçmişteki uygulamalarından hareketle, -ne isim altında olursa olsun-, onun baskıcı politika ve uygulamalarından ürkmesi, kanaatimce normaldir, insanîdir (Bu, aynı zamanda biz Müslümanlar için dinin doğru yorumlanması adına dikkat çekici çağrışımlar da yapar). 

Peki, Taliban, kendilerinin ‘İslâm şeriatına’ tabi olduklarını söylediğine göre, bu tür kısıtlama ve zorlamalar İslâm’ın kendisinden kaynaklanmıyor mu? İslâm’da da bir çeşit baskı ve zorlamadan bahsedilemez mi? 

Hemen söyleyelim ki, çoklarının sandığının aksine İslâm’da hiçbir zorlama, baskı, istibdat yoktur, olamaz. Bu gerçeğin hem fıtratta, hem vahiyde, hem sünnette çok kuvvetli delilleri vardır. 

Fıtrattan delili şudur: Her insan yaratılışındaki ‘hür’ olma özelliğinin gereği olarak her çeşit baskı ve zorlamaya karşı çıkar. İnsana yaratılıştan, bu özelliği veren Allah’tır. Şeriat yahut daha genel adıyla İslâm da O’nun gönderdiği dindir. Böyle bir dinin baskı ve istibdada geçit vermesi düşünülebilir mi? 

Vahiyden örnek verelim:  

Kur’ân’da ‘hürriyet’in altını çizen ve zorbalığı reddeden birçok âyet vardır. Bunlardan, çoğumuzun bildiği âyet şudur: “Lâ ikrâhe fi’d-din: Dinde hiçbir zorlama yoktur.” (Bakara 2/256) Âyetin devamı bunun gerekçesini de açıklıyor: “Çünkü hak yahut doğruluk batıldan yahut sapıklıktan iyice ayrılmıştır”. Peki bu âyet apaçık ortada iken İslâm ile ‘zorlama’ yahut ‘baskı’yı yan yana getirmek mümkün olabilir mi? 

Bu âyetin ‘inanç alanında geçerli olduğu’, kişinin İslâm’ı benimsemesinden sonra ‘zorlama’nın söz konusu olabileceği söyleniyor.  

İslâm asırları içine alan bir dindir. Tarih boyunca her konuda pek çok farklı görüşler ortaya konulmuştur. Önemli olan bunlardan bağlayıcı olan hükmün ne olduğunun bilinmesidir. Bediüzzaman’ın Muhakemat’taki ifadesiyle, dinde bağlayıcı olan husus bir hükmün ‘kat’iyyu’l-metin ve kat’iyyu’d-delâle’ olmasıdır. Yani hem metin kesin olmalı hem de metnin delâlet ettiği mânâ kesin olmalıdır. Söz konusu âyet elbette kat’iyyü’l-metin’dir, ama bunun ‘sadece İslâma girişte söz konusu olduğu ‘kat’iyyü’d-delâle’ değil, yorumlardan bir yorumdur, çünkü âyetin lafzında buna delâlet eden bir ifade yoktur. Diğer taraftan iman nasıl ki kulun hür tercihine dayanıyorsa, aksi halde iman değil de nifak söz konusu olursa; ibadetler açısından da kulun hür bir anlayış ve halis bir niyet içinde İlâhî emir ve yasaklara riayet etmeye çalışması gerekir. Zorlamaya dayalı iman, sahih bir iman olmadığı gibi; baskı, zorlama ve istibdada dayalı ibadetler de -içinde samimî bir niyet taşımadığı için- sahih bir ibadet olamaz. O halde ‘dinde zorlama yoktur’ prensibi hem dini kabulde, hem de dini kabul ettikten sonra dinî mükellefiyetleri yerine getirmede söz konusu olmak zorundadır.

YENİ ASYA - RÖPORTAJ

DEVAMI YARIN

Okunma Sayısı: 3575
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Halil İbrahin KARAHAN

    1.9.2021 05:45:14

    Allah razı olsun.TEBRİKLER

  • Said

    30.8.2021 12:54:45

    Allah razı olsun güzel bir röportaj olmuş. Lakin tatmin olmmadığım bazı yerleri var. Biz kadınların açık saçık dışarı çıkmalaraına karşı olmamalı mıyız, insanlara sürekli olarak namaz kılmalarını söyleyip onları zorlamayacak mıyız? Nehyi anil münker, emri bilmaruf yapmayacak mıyız, ya da insanların ahiretlerini kurtarmak namına zorlayıcı tesbirler almayacak mıyız

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı